Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Shaber radyo yöneticisi Mazhar Bey'in odasındaki TV ekranı dokuza bölünebilen türden; pazartesi günü kuşluk vakti, "limonlu" çayımızı yudumlarken ekrana bakıyorum; yarısından çoğunda aynı görüntü yer alıyor:

Genelkurmay Başkanımız İlker Başbuğ, ev sahipliği yaptığı sempozyumun açılışında konuşuyor, Türkiye'nin haber kanalları işi gücü bırakmış "bilimsel" bir faaliyetten naklen yayın yapıyor; gören der ki, "Ne kadar bilime saygılı bir toplum; ne kadar bilime saygılı bir basın!" İşin daha garibi, bütün millet soluğunu tutmuş, "Şimdi ne diyecek, araya hangi mesajı sıkıştıracak; masaya vuracak mı?" diye pür dikkat symposium bildirisi dinlemede...

Başbakan'ın, "Tehcir işini bilim adamlarına bırakalım" yaklaşımı boşuna değil. Bilim işlerine geç girdik biraz fakat, iyi girdik; ordumuz meselâ, herhangi bir kavramı, uluslararası bir sempozyumda ıcığını-cıcığını çıkarana kadar irdelemeden mutmain olmuyor. Vaktiyle genelkurmay başkanlarından biri, "Ordumuzda birkaç bini geçkin lisansütü eğitimi gören subayımız var" dediğinde notumu vermiştim zaten. Bu rakam şimdi ne civardadır bilmiyorum fakat Başbuğ Paşa çok daha ilginç bir ipucundan bahsetti, "Harbokulları'nda sosyolojiyi yeniden ders olarak koyduk." dedi. Eğer bu muştulu haberle "Kongarcıl" bir açılım kasdedilmemiş ise fâl-i hayr saymamız gerekir. Meselâ sosyolojiyle ekosistem ilişkisini akademik bir celâdetle izah eden Org. Başbuğ'un akademik konulara yatkınlığını geçen yıl Harp Akademileri'nde yaptığı o sarsıcı "Brain storming" konuşmasından biliyoruz; bu açıdan gönlümüz ferah. Merkez karargâhın entelektüel donanımı düşmana korku, dost kuvvetlere huzur ve güven veriyor. Bu önemli bilim ve düşünce birikiminin yakın gelecekte savunma konseptimize Epistemolojiden Estetiğe, Etikten Ontolojiye bütün felsefî alanlarda derinleşmiş boyutlar kazandırmasını bekliyor ve diliyoruz.

Bu derece eğitimli bir ordu üst yöneticisinin, bazı gazetecileri Askerî Ceza Kanunu'nun "Ast-üst ilişkisini zedeleyenlere yönelik cezaları tertib eden" 95. maddesini imâ ederek, "Vallahi siz düşünün!" diye kendilerine gelmeye ve titremeye davet etmesi, takdir olunmalıdır ki, ordumuzun içinde bulunduğu entelektüel atmosferle ve hür düşünce aurasıyla pek kabil-i te'lif değildir. Söz konusu maddeler 6 aydan 3 seneye kadar hapsi öngörüyor ve eğer söz konusu suç basın yoluyla işlenmişse ceza katmerli hale geliyor. Bu madde, takdir edersiniz ki sadece gazetecileri ve yazarları ilgilendiriyor.

Ee, nerede akademik tartışma hürriyeti, nerede bilimin tarafsızlığı ve bağımsızlığı? Bilimde, sanatta, tartışmada hiyerarşi yok üstad! Sosyoloji okunacak; oku! Başüstüne! Komutanlığın yorumu üstüne yorum yapılmayacak! Ona da başüstüne! Eyvallah, orduda olur, başka yerde olmaz; hem entelektüel racon keseceksiniz hem de racona lâf ettirmeyeceksiniz... YÖK'ü de bağlayalım bari orduya; "Eğitim şart azizim" vecîzesinin mazmûnu tecellî ediversin gümbür-gümbür.

Şöyle yapsak nasıl olur? Meselâ, herkes kendi işini yapsa... Kimse kendini hukuk devletinden daha yüksekte bir yerde mevzilendirmeye kalkışmasa daha iyi olmaz mı? TSK'nın faaliyetlerini izlemek için gazeteciler arasında "İyi çocuk-kötü çocuk" tasnifi yaparak bazı basın kuruluşlarına mensup gazetecilere hâlâ Kunta-Kinte muamelesi çeken ordumuz, sosyolojiden, felsefeden, Weber'den, Janowitz'den hüccet getirmezden evvel, şu esas duruşundaki fundamentalist asimetriyi düzeltse daha iyi olmaz mı? "Dost kuvvetler"e mensup muteber ve makbul gazetecilerin teşkil ettiği hayranlık hâlesinin ortasında moral tazelediğini açıkça gördüğümüz Başbuğ Paşamız, bu ülkenin gazetecileri arasında hâlâ ayrım yapmayı nasıl sindirebilir içine? Çağırdığı "international" konuklara, meselâ İsrail'in Genelkurmay başkanına, bu yaman çelişkiyi kitabî ve entelektüel bir cümleyle izah edebilir mi meselâ?

Öyle diyorum ben; herkes kendi işini yapsa çok iyi olacak.