Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Tarihe yönelik ilgilerin başlıca iki sebebi var; ilki, her insanda mevcut bulunan evveliyat merakıdır: Yeni taşındığımız kira evinde daha önce kimlerin oturduğunu merak ederiz; yeni tanıştığımız kişilerin daha önceki hayatına dair bilgi edinmek, adını öğrendiğimiz en uzak ceddimizden önce hangi soy ve sulbden geldiğimizi bilmek isteriz. Hadiseler, evveliyatı, yani tarihi ile mana kazanır. Tarih merakının ikinci sebebi, hadiselerin arasındaki sebepnetice ilişkilerini tetkik ederek aralarındaki illiyet bağını anlamaya ve birbirine benzeyen hadiselerin mukayesesi ile hadiselerin kanununa (künhüne) vasıl olabilme gayretidir.

Tarih bilgisi, her iki ihtiyacı da "kısmen" karşılar. Evveliyat merakımızı hiçbir zaman tam bir mükemmeliyetle tatmin edemeyiz; hadiseye şahit olan, onu kayda geçiren veya şahitlerin ifadesine dayanarak tarih yazan kişiler, sırf beşeri zaaflardan ötürü bir hadisenin kaydını tatminkar tarzda aksettiremezler. Unutkanlık, yanılma, idrak hataları, rasat yerinin elverişsizliği, gözlemcinin tarafgirliği, hadisenin yazıya geçirilirken tabiatından çok şey kaybetmesi, hadisenin ayrıntıları arasında önemli görüneni önemsizden ayıklama zarureti veya araya giren ikinci, üçüncü sıradaki kayıt tutucuların şahsi kanaatleri, hadiseye sebep olan aktörlerin psikolojik yapılarını anlamaktaki yetersizlik gibi beşeri zaaflar tam bir tarih tasviri konusunda engel teşkil ederler. Bazen yüzlerce kişinin şahitliği önünde cereyan eden hadiseler bile söz konusu zaafiyetler yüzünden yıllar, bazen asırlar süren münakaşalara sebep olurlar. Netice itibariyle erişebildiğimiz tarih bilgisini kullanmak daima belirli ölçüde uyanık tutulması gereken bir ihtiyat ve dikkat ister. Tarih usulü, tarih hadiselerini değerlendirmek isteyen kişiye mümkün olduğunca hatadan kaçınma avadanlığı sağlar; ama asla yetersiz şehadetlerden mükemmel bir yeniden inşa (reconstruction) imkanı vermez. Tarihçiler bu yüzden "usul"e büyük ehemmiyet verir ve ona diğer bilgi edinme usullerinin fevkinde kıymet atfederler. Zaman boyutu içinde insani durumların mahiyetini ve sebebini anlamaya çalışmak çok boyutlu zihni efor gerektirmesi bakımından tarihçiler, usullerini "usullerin anası", tarihi ise "ümm'ülilm" kabul ederler. Kabul etmek gerekir ki mükemmele yakın bir tarih tahlili yapabilmek için neredeyse mevcut ilimlerin tamamından behredar olmak lazım gelir. Bu yüzden kaliteli tarih spekülasyonu veya tarih felsefesi yapabilmek ancak her nesilde birkaç alime nasib olan sıradışı bir mazhariyettir.

Sadede gelelim; tarihe, ibret almak veya onun belkemiğinde saklı duran sinir sisteminin mekanizmasını anlamak kasdıyla eğilen kişi, neticede aradığını bulabilecek midir; bu cevaba hiç kimse gönül rahatlığı ve itminan ile henüz "evet" diyebilmiş değildir. Bu vetire esnasında kıymetli olan şey hakikati arama arzu ve cehdinden doğan faaliyettir ki, bu faaliyeti topraktan altın elde etmek için akılalmaz gayretleri göze alan "Simyacı"ların neticede kimya ilmine hizmet etmelerine benzetebiliriz. Bu sualin cevabını arayan kişi, belki tarihi hadiseleri idare eden "üst kanun" kadar kıymetli bir başka hakikate erişme şansını bulabilecektir;

"Kader"den bahsediyorum.

Elbette tarihi hadiselerin büyük bölümü, sebepnetice alakasını ve bunlar arasındaki mantık zincirini makul gösteren bir seyir gösterirler; ama bunlar her halü karda kesin neticeler veren kanun mertebesine erişmezler. Tarihi kader idare eder; tahmin edilebilir; ama öngörülemez. Halk irfanında bu usul inceliği hayranlık verici bir fesahatla şöyle ifade olunur; "Herkesin bir hesabı var lakin Allah'ın da bir hesabı var ve hiçbir hesab Allah'ın hesabına galebe edemez."

İmdi maruz kaldığımız kabalıklara kilitlenip, ümitsizliğe kapılmak doğru değildir; biz bütün ömrümüzce hayatımızı ve geleceğimizi biçimlendirmek için hesap yapar, tasavvurlar kurarız; bu insani bir beklenti ve gayrettir; bazen yıllar boyunca her şey umduğumuz gibi gider; ama bazen kaotik, yani kestirilemez, tesadüfi bir unsur her şeyi değiştiriverir. Biz hep bir şeyler tasarlarız da son hükmü veremeyiz. Hüküm bize ait değildir; "Sahib"i vardır. Tarih, bu bilgiyi teyid ediyor.

Başkalarının yaptığı hesap bugünlerde hep yerini buluyor gibi görünebilir; lakin muayyen bir "vade"nin hitamında Allah'ın hesabı bütün hesaplara galebe eder. Üstümüze vazife olan nevmidiye kapılmak değil, her zaman doğru olanı yerine getirmektir; tarih bu bilgiyi de teyid ediyor.

Ümitsizliğin küfür sayıldığı ince nokta burasıdır işte!