Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Çanakkale Harbi'nin 91. yıldönümü töreninde konuşan Kurmay Yarbay ilginç değerlendirmelerde bulunmuş, okuyalım: "Tarihi, kendi ideolojik görüşleri çerçevesinde ve kişisel çıkar elde etmek amacıyla hareket edenler tarafından yapılan tanıtımlarda akıl almaz tarihi yanlışlıklar yapılmaktadır.

Bazıları bu zaferlerin temelinde yaşanan gerçekleri doğaüstü olaylarla, hurafelerle izah etmeye kalkışsalar da gerçeği bizler değil savaştığımız o günkü düşmanlarımız kabul etmektedir."

Meğer bu sitemlerin asıl muhatabı Çanakkale ile ilgili dini mahiyetteki televizyon kanallarında yayınlanan çizgi filmler imiş.

Yarbay haklı. Demeye getiriyor ki, Çanakkale'de işin içine melekler, evliyalar, görünmez kuvvetler karışmadı; harbi tasvir ederken realizmden şaşmayalım, hadiseyi olduğu gibi görelim!

Öyle yapalım: Meselâ işe Çanakkale cephesinde onca Alman erkân-ı harp zâbitinin, Alman malzemesinin, neferinin ve silahının mevcudiyetini izah etmekle koyulalım; düvel-i muazzama birliklerini cepheyi terk etmeye zorlayan askeri baskının hangi bileşenlerden oluştuğunu da tahlil edelim. Von Der Goltz, Liman Von Sanders gibi Alman paşalarının nasıl olup da o esnada Beşinci ve Altıncı Osmanlı Ordusu Kumandanı sıfatlarını ihraz edebildiklerini de halkımıza izah edelim.

Hazır işe başlamışken üniversite mezunları da dahil olmak üzere bütün "okumuş ve okumakta olan" eğitimli çocuklarımız arasında anket yaptırıp, Çanakkale Harbi esnasında cepheyi bilfiil yöneten kumandanın adını soralım; doğru cevap verenlere (nasıl olsa beşi-altıyı bulmaz) birer Cumhuriyet altını verelim.

Sonra şey yapalım meselâ: Birkaç dakika sonra muhakkak vurulup öleceğini bile bile askeri sığındığı siperden fırlayarak taarruz emrine (yani ölüme) itaate sevk eden âmilleri araştıralım; araştıralım ki hiçbir hurâfe kalmasın ortalıkta. Elimiz değmişken Çanakkale'deki kara çatışmalarında Türk birliklerinin niçin çok yüksek ölüm oranıyla vuruşmak zorunda kaldığını da anlatalım.

Bu psikolojik faktörü bakınız, 19. Fırka Kumandanı Miralay Mustafa Kemal Bey, Maydos'tan 2 Temmuz 1915 tarihinde Fransız hanım arkadaşı Madam Corinne'e yazdığı mektupta şöyle izah ediyor:

"Gece gündüz her gün çeşitli toplardan atılan şarapneller ve diğer mermiler başlarımızın üstünde patlamaktan hali kalmıyor. Kurşunlar vızıldıyor ve bomba gürültüleri toplarınkine karışıyor. Gerçekten bir cehennem hayatı yaşıyoruz. Çok şükür, askerlerim pek cesur ve düşmandan daha mukavemetlidirler. Bundan başka hususi inançları, çok defa ölüme sevk eden emirlerimi yerine getirmelerini çok kolaylaştırıyor. Filhakika onlara göre iki semavi netice mümkün; ya gazi veya şehit olmak. Bu sonuncusu nedir bilir misiniz? Dosdoğru cennete gitmek. Orada Allah'ın en güzel kadınları, hurileri onları karşılayacak ve ebediyen onların arzusuna tabi olacaklar. Yüce saadet."

İşte, tâbir aynen böyle, "hususi inanç"; hurâfe filan değil! İşbu hususi inançtır ki, Osmanlı askerlerinin (artık "Mehmetçik" demiyoruz malumunuz olduğu üzre; kızıyorlar; "ne alâkası var" diyorlar!) Miralay Mustafa Kemal Bey'in tâbiriyle, "çok defa ölüme sevk eden emir"lere itaatlerini kolaylaştırmaktadır.

Şimdi sual şudur Yarbayım: Eğer bu askerleri bile bile ölüme sevk eden "hususi inançları" olmasaydı, bırakınız Çanakkale cephesini, en küçük eşkıya müsâdemesi bile kazanılabilir miydi?

"Ben hurâfeyi eleştiriyorum, inancı değil" diyebilirsiniz; bu memlekette hurâfeyle inancı birbirinden ayırmak çoğu kere imkânsızdır; o yüzden meselâ "Şehâdet"in nasıl bir şey olduğunu realist bir yaklaşımla askerinize izah edemezsiniz; isterseniz deneyiniz, biz de kenardan seyrederiz.

Realizm uzaktan hoş görünür ama onunla her şeyi izah edemezsiniz; realite, realizmi aşıp gidince bir başka hurâfe ile gedik kapamaya çalışırsınız vesaire vesaire...