Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Harran harabelerindeyiz. Harran'ın bilinen tarihi, insanoğlunun toplayıcılık ve avcılık düzeninden ziraata geçişi ile denk; "Neolitik inkılab" bu topraklarda başladı. Nasıl başlamaz ki; Harran bir toprak denizi. Üzerinde gezindiğimiz harabeler bundan dört bin sene öncesine tarihleniyor, "kimler varmış biz burada yoğ iken" mısraını hatırlamadan edemiyorsunuz. Harran, dünyanın ilk üniversitesi olmak şerefine sahip; ama "eriyen" bir üniversite; Hindlilerin "ebedi malzeme" unvanını verdiği taşın nasıl eridiğini anlamak için Harran'ı görmek şart. Bir sel ertesinde kerpiç duvarların hamur gibi dağılmasını hatırlatan devasa taş blokların toza toprağa karışmasını seyredince, zaman denilen o kavranması güç mefhumun nasıl kudretli bir hükümran olduğu fark ediliyor. Görüldüğü kadarıyla Harran harabelerine "defineciler" hariç ilmi bir dikkat ve gayretin eli ulaşmamış (medet ey Kültür Bakanımız!). Bir tabii felaket sonrasının perişanlığını andıran kadim yıkıntılar arasında her ilkbaharda şaşmaz bir sevk"i tabii ile dirilen ısırganlar, belli ki vadesini tamamlamak üzere yerden gıda, gökten rahmet beklemekte; topu topu iki bahar arasına sıkışmış bir ömür ısırganınki. Peki, ya bizimki?

Az ileride "Kültürlerarası Diyalog Platformu"nun davetlisi olarak Harran'da bulunan "İbrahim'in evlatları"ndan bir kafile, bu manidar mevkii ve mekanın ruhundan sağarak tazeledikleri sözlerle "aralarındaki müşterek kelime"de buluşmak muradının temeline harç koyuyorlar. Hazreti İbrahim'in yurdunda, içinde "İbrahim" kelimesinin çokça geçtiği cümleler kurulurken söz güzelleşiyor, Harran'ın harabeleri, bin sene sonra vaktiyle bir ilim yurdu olduğunu yeniden hatırlamanın sürurunu yaşıyor. Musevi cemaatinin sözcüsü İbrani telaffuzuyla "Abraham" diyor; zihnime nakşolunmuş kültürel kodlar kendiliğinden harekete geçerek "Abraham değil, İbrahim" diye düzeltmeye kalkışıyor "galat"ı. Abraham'la İbrahim'in aynı kişi, aynı mana ve aynı haber olduğunu fark edene kadar kendimle didişip duruyorum; "kültürlerarası diyalog"un bugünümüz için taşıdığı ehemmiyet, şu küçücük nüansta bile kendini hissettiriyor. Kendi halime gülüyorum: "Ha Abraham, ha İbrahim" diyorum; sesli harfler değişebilir; ama sessiz olanlar, binlerce yıldan beri aynı "haber"i saklıyor.

Derken hakikaten bir "mir"i kelam" rütbesini hakkıyla ifa eden Engin Noyan'ın huzur ve "selam"ı hatırlatan davetiyle üç semavi dinin ilahi toplulukları, Harran semalarını "birleme" nağmeleriyle tezyin ediyorlar: Baharın nicedir erişmiş olduğunu yeni fark ediyorum.

Ve bi şey daha; ömrümde ilk defa "ruhani" sıfatını taşıyan bir insanı dünya gözüyle gördüğümü fark ediyorum. Çok mu önemli? Evet çok önemli! Biz bize iken kardeşlik, muhabbet, hoşgörü, merhamet sözlerini telaffuz etmek nisbeten kolay. Kaç yıldan beridir "farklılıkları gidermek" gayesi uğruna didinip duruyoruz. Prof. Dr. Mehmet Aydın hatırlatıyor; farklılıkları gidermek mana değil; farklılığı hissederek dostluklar kurmak marifet. Birleşik Devletler Topluluğu Müslümanlarının müftüsünün "Dinler kelimesini telaffuz etmek içimi burkuyor; aslında bir 'din' vardır ve biz buradakiler bu dinin farklı üsluplar seçmiş mensuplarıyız." cümlesi, aslında "fark"tan söz etmenin inciticiliğini nazikane ikaz ediyor. Şu küçücük "diyalog" fırsatında bile, esasen teorik manada bildiğimiz; ama yaşamadığımız için "ayn'el"yakin" hale getiremediğimiz malumatın hakikati belirginleşiyor. Din, insanları tefrik etmeyi murad eder mi; din, birleştirir. "Din"in birleştirdiğini kültürel kodlar kolayca ayırıyor. Kültürel kodlar önemli, yerine göre belki çok önemli; ama yegane hakikat müşiri değil. "Homo sum", yani "ben insanım" diyebilmenin şuurunu idrak için kaç kültür kodunun fevkine çıkmak gerektiğini hesaplamış mıydık?

Sonra Urfa Müftüsü, Kur'an'dan Hazreti İbrahim'in zikredildiği çok manidar bir aşir tilavet ediyor: "İbrahim tek başına bir ümmet idi"! Tek başına bir ümmet? Tek başına bir inananlar topluluğu; tek başına bir ma'şeri vicdan; beşeriyetin tek kişide kristalleştiği yer. Hazreti İbrahim böyle bir kişi; bu kısacık ayetin baş döndürücü zenginliği içinde debelenirken şimdiki zamandan kopuveriyorum. Hazreti İbrahim tek başına bir ümmet iken, biz "İbrahim'in evlatları", iğne oyası ile tezyin edilmiş onca tefrikayı ibda edebilmeyi nasıl başardık? "Asr'a yemin olsun ki insan hüsrandadır." işareti, işbu nükte olabilir mi?

Sadede gelelim: Hakikaten "kültürlerarası diyalog"a istekli miyiz? Diyalog denilen şey telefon muhaveresi değil; diyalog "anlamaya" hazır ve istekli olmak demek; önyargısız, endişesiz ve hiçbir komplekse kapılmadan "anlama"ya hazır mıyız; beşeri ilimler metodundaki karşılığı ile "anlamak"ın affetmek anlamına geleceğini bile bile diyaloğa hazır mıyız? Benim nazarımda "Büyük Türkiye", insani idealleri hükümran kılmak kararlılığını gösterebilen bir ülkenin ismi ve sıfatıdır ve belki, "belki değil muhakkak", kendi yurttaşlarına en yüksek insani vasıf ve hakları layık görebilmesi için, nazarlarımızı mutlaka "insanlık meseleleri"ne teksif etmek gerekmektedir. "Kültürlerarası Diyalog Platformu", bu vizyon genişliğine vasıl olabilmek için küçük; fakat samimi bir adım atarak Türkiye'nin ufkuna manidar bir ışık menfezi açmış bulunuyor.

Bu diyalog "hayr ümidi" ile başladı; başlamasına gayret ve destekleri ile katkıda bulunan T.C. Devlet Bakanlığı'na (Sayın Sadi Somuncuoğlu), T.C. Kültür Bakanlığı'na, T.C. Turizm Bakanlığı'na, Asya Holding'e ve Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'na şükran borçluyuz. İnşaallah bu hayırlı başlangıç, ahirinde de hayra vesile olacaktır.