Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Susurluk meselesini bu derece siyasileştirmenin ilk faturaları gelmeye başladı bile; bedelini "hukuk devleti" kavramını ipotek ederek ödeyebildiğimiz küçük faturalar bunlar; ama önemsiz değil. Çete söylentileri çıktığından beri Türkiye'de adli mekanizma çok yoğun bir baskı altında tutuldu; görülen odur ki bu baskılar önümüzdeki dönemde giderek artacak.

Medyanın Susurluk meselesini kamuoyuna takdim şekli çocukça argümanlar üzerine bina edilmişti: Bir kısım siyasetçi, bazı üst seviyede bürokrat ve emniyet görevlisi ile organize suç şebekesi kurmuştu ve bunlar devlet menfaati için çalıştıklarını bahane ederek kanun dışı eylemler yapıyor ve bu esnada kendilerine maddi menfaat sağlıyorlardı. Tesadüf bu ya, itham edilen kişilerin dünya görüşleri üç aşağıbeş yukarı birbirine benziyordu. Öyle zannediyorum ki bu benzerlik, medyanın cumhuriyet tarihinde görülmemiş tarzda yoğun bir kampanya açarak "çete"nin üzerine gitmesinde birinci derecede amil oldu ve galiba o noktadan sonra itham furyası, başlangıcındaki samimiyeti (acaba var mıydı?" kaybederek netameli bir gladyatör dövüşü halini aldı. Bu esnada Türkiye'de ilginç gelişmeler cereyan etti; yoğun söylentilere göre ülke askeri bir müdahalenin eşiğinden döndü; 54. Hükümet, ironik bir benzetme ile "havada ikmal" yaparken yere çakıldı ve yerine tertip tarzını bir türlü içimize sindiremediğimiz "zoraki" görünüşlü bir hükümet teşkil edildi. Ardından kritik davalarda verilen ara kararlarla sanık tahliyeleri başladı ve medya yeniden huzursuzlandı. Öğrendiğimize göre önümüzdeki günlerde ışık söndürme eylemi yeniden başlayacakmış.

Bu eylemlerin kamuoyuna izah edilen sebebi kağıt üstünde son derece makul ve haklı görünmesine rağmen ancak "bir kısım vatandaş" tarafından ilgi görmesi üstünde vaktiyle kimse yeterince durmadı. Milletin büyük çoğunluğu bu eyleme katılmadı; bir şeyler bildiğinden veya eylemin gerekçesine inanmadığı için değil, eylemin ardındaki niyetin halisliğinden şüphelendiği için kenarda durmayı tercih etti. Şimdi tahliyeler sebebiyle aynı manzaraları yeniden seyredeceğiz; ama yeni ışık söndürme kampanyasının eskisinden daha fazla iştirak bulacağını sanmıyorum.

Peki, niçin bu millet, devlet mekanizmasının içine yılan gibi çöreklendiği ileri sürülen çeteyi protesto etmek için ışık söndürmek gibi pasif ve risksiz bir eylemi desteklemekte gönülsüz davranıyor; bunun sebebini düşünen oldu mu hiç?

Millet bilmiyor; ama seziyor; meselenin içinde değil; ama hangi rüzgarın nereden, ne maksatla nereye doğru estirildiğini seziyor. An'anevi vakarı ile durup, olanı biteni büyük dikkatle izliyor; eyleme katılmaması geçim darlığına düşmesi, hayat pahalılığından fırsat bulamaması gibi sebeplerle izah edilemez. Ferasetle fark ediyor, seziyor ve bekliyor.

Belki de millet bir çete söylentisi etrafında koparılan fırtınanın, daha büyük çeteleri kamufle etmek maksadına matuf olduğu kanaatinde; belki ocak ayı başından beri pazularını gösteren derin devletin huşunetinden tedirgin; belki sezgilerinde tamamen haksız da bizim allıpullu medyamıza gösterdiği güvensizliğin eseriyle pasif kalmayı tercih ediyor; bu tedirgin hareketsizliğin sebebi ancak tahmin edilebilir; bilinemez.

Hadiselerin sıcaklığından ötürü henüz tam fark etmemiş olabiliriz; ama bana göre milletdevlet münasebetlerinde yeni bir dönem başlıyor. Türkiye çok ciddiye alınması gereken bir "içtimai makas"tan geçiyor; an'anevi devlet kurumlarının bu hengamede uğradığı itibar kaybı, belki de sandığımızdan çok daha fazla ve derin. Belki kısa vadeli krizlerin doğurduğu tozduman içinde daha uzun vadeli yeni oluşumların fecrini gözden kaçıracak ölçüde dar görüşlülük ve küçük hesapçılık zaaflarıyla malul bulunmaktayız.

Size "belki"siz bir cümle: Millet küçük "çete"lere ani refleks göstermeyecek ölçüde tedirgin bir yakaza hali içinde; tepkisini daha büyük ve daha organize çetelere saklıyor.