Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Senaryo şu: Genel seçimler yapılıyor ve CHP tek başına iktidara geliyor; üstelik öyle % 34'le filan değil, diyelim ki oyların yarıdan fazlasını alıyor ve 450 sandalyelik bir ekseriyetle hükümeti kuruyor.

Mesele şu: Ne yapacak, ne söyleyecek, nasıl davranacak, hangi üslubu takınacak ve ne gibi projeleri gündeme getirecek? Eğer bugünkü kadrosuyla ve siyaset üslubuyla hükumet etmeyi denerse, diyelim ki ilk yüz günün sonunda hangi noktaya gelmiş olacak?

CHP'nin teşkilatı var, tabanı var ama akılda kalıcı ve sahici bir siyasi programı yok; tek parti devrinden beri seçim kazanamamış olmasının sebebi, kuruluş üslubundan kaynaklanan tarihî arızalar olamaz; her kurum değişir, şüphesiz CHP de zaman içinde değişime uğradı ve uğrayacak. CHP'nin amiyane tabirle "iflahsız" görüntü vermesinin sebebi, bünyesindeki onca "okumuş çocuk"a rağmen nasıl ve hangi yönde değişeceğine bir türlü karar veremeyişi. Galiba o yüzden hükümeti iğnelemeye, sinirini bozmaya, kontrolünü kaybettirmeye yönelik "fi" tarihinden kalma İsmet Paşa taktikalarıyla bir varlık sebebine tutunmaya çalışıyor. Bu üslup, kamuoyunda o kadar markalaştı ki, arada bir seslendirdiği doğrular ve isabetli tenkitler de araya kaynayıp gidiyor ve CHP, enerjisini siyasi gerilimden alan bir asabi çocuklar heyeti görüntüsü veriyor. Bu haliyle ömrü boyunca muhalefete mahkum bir mitoloji karakterine benziyor CHP; şekva eden, hırpalayan, geçimsiz ve en fenası ancak muhalefet mevkiinde iken varlık sebebine vasıl ve mutmain görünen bir heyet. Arada bir, -bütün mitoloji kahramanları gibi- mukadderatına isyan edercesine başka türden bir parti olmayı aklından geçirmiyor değil ama her defasında tabiatına mağlup düşerek tragedyadaki asli rolüne dönmek zorunda kalıyor. Bir nevi Sizifos işkencesi.

Seçmeni CHP'yi oldurmuyor ve öldürmüyor; siyasi hayatta varlığını sürdürmesi sanki ağır bir cezanın infazı gibi. Zaman zaman rikkate geldiğim, kendimi mesela Deniz Baykal'ın yerine koyarak, "imdi bu durumda ne söylesin, ne yapsın; mecburen maraza çıkarmayı deneyecek!" diye empati tecrübesine giriştiğim olur. Genetik yapımda CHP'ye muhabbet ve yakınlık duymamı gerektiren bir kodlama olduğunu zannetmiyorum, benimki "hüzn-i umumi" faslından: CHP bir yanda ümitsizce hayat mücadelesi verirken diğer yanda aklı başında, sağlam esaslara dayanan bir sol partinin hayat bulmasını da engelleyip durmaktadır çünkü. Daha kötüsü "muhalefet" deyince CHP üslubunun hatırlanmasından neşet eden bir mahzurla karşı karşıyayız. Muhalefetteki her parti, -önünde başka model olmadığı için zahir- hemen CHP'leşiverir. Özal'ın cumhurbaşkanlığı yıllarında Demirel'in DYP'si nasıl da CHP'leşivermişti, hatırlar mısınız?

Ama CHP'nin bu geçimsiz muhalefet üslubundan doğan en mühim mahzur, siyaseti resmen değilse bile fiilen muhalefetsiz bırakmasıdır bana göre. Ağız dalaşını ve yüksek tansiyonlu münakaşayı sevdikleri artık sır olmaktan çıktığı için bu defa hükümet sözcüleri de CHP ile aynı telden, aynı üslup üzre laf tokuşturmaya başlıyorlar; münakaşa şehveti içinde münakaşa edilen asıl mesele buharlaşıp gidiyor; CHP, iktidar ile sert bir tartışmaya giriştiği için memnun, hükümet, itiraz edilen konuyu sadece retorik boğuntusuna getirerek hallettiği için mütebessim.

Hani üst bürokrasideki -yıllanmış şarapları andıran- tabii müttefikleri de olmasa CHP'nin ülke siyaseti ile ilgisi, sadece ağzı iyi laf yapan sözcüleri vasıtasıyla seslendirilen hırçın laflardan ibaret kalacak neredeyse. Ben hükümetin CHP'den şikayetçi olduğunu zannetmiyorum; böyle meşrulaştırıcı dostlar başına!