Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

İki gün önce "İkikapılımescid Sokağı"ndan mektup aldım; evvela mektubun üzerindeki gönderici adresi dikkatimi çekti; "Bursa"nın, "Yıldırım" semtinin, "Emirsultan" mahallesinin "İkikapılımescid" sokağından yola çıkan bir zarfın mazrufunda neler olabileceğini tahayyül ettim. Çınar gölgesinde serinlemeyi mutad edinmiş demli çay teravetindeki bir Bursa ikindisinin ıhlamur kokulu tedaisi, şehri açan fatihlerin isimleri ve has mekanlarıyla sarmaş dolaş bir ahenge bürünüp gönlümü kanatlandırıverdi. O mübarek beldenin ara sokaklarına çekilerek çehresini ve iffetini modernitenin yapışkan tasallutundan "namahremdir" diye titizlenerek esirgeyen asude zamanlara girdim ve "afif" sokakların sükunetinde dinlenen iki kapılı bir mescidin suretini hayali bir hayal perdesinde tersime çalıştım. Neden sonra fark ettim ki Bursa şehrinin manevi hamilerinden Emir Sultan Hazretleri de zihayat iken bu civarda bir hanede ikamet eylemiş olsa gerektir.

Size böyle adresi hamil bir mektup erişse, açmadan evvel bu kabil zihni haylazlıklara kapılmaz mısınız?

Mektup ismen tanıdığım genç bir okuyucu tarafından kaleme alınmış; beni ve sizleri ilgilendiren kısmında diyor ki, "devletin tepesindeki haksızlıklardan, yöneticilerin bu vatan insanlarını hiçe sayan icraatlarından, siyaset diye çıkar hesapları yapan insanlardan bahsetmenizi anlıyorum; ama kahir ekseriyeti nefsinin zebunu olmuş ve bundan ötürü nush ile uslanmayacakları bir fizik prensibi kadar kat'i eşhasa dair bu kadar çok yazmanızı anlayamıyorum." Ezcümle okuyucum, gazetenin kültür sayfasında daha deryadil şeyler yazarken ikinci sayfada köşelenmekle siyaset ağırlıklı mevzulara ağırlık verdiğimi ima ile beni yaptığım işin tabiatı hakkında bir kere daha düşünmeye davet ediyor.

Tesadüf bu ya, mektubu almadan yarım saat önce talebelerime aynı şeyden, kişinin yaptığı işin tabiatı hakkında kendini sigaya çekmesinin gerekliliğinden bahsetmiştim; dersin yorgunluğu henüz üzerimde dururken aynı mealde bir mektuba muhatab olmak beni düşündürdü.

Çoğu kere niçin yazdığımı kendime sordum; bu işin nefse hoş gelen ciheti bir yana, haftada iki kere olsun bu köşeyi takib eden insanlara ne sıfatla hitab ettiğimi, onlara neler anlattığımı düşündüm. Kendine "yazar" sıfatı verilen birilerinin hep yazması, buna mukabil okuyucu denilen kitlenin hep "alıcı-okuyucu-maruz" pozisyonunda kalmasının manası zaman zaman zihnimi burktu. Yazarla okuyucu arasındaki tek yönlü akımın zamanla yazarda algı ve değerlendirme zaaflarına yol açabileceği endişesi varlığını hissettirdi. Ne var ki yazmanın nefsime hoş gelen ciheti, her defasında bana makul gerekçeler sundu ve ben onları fazlaca ince eleyip sık dokumadan aldım ve kabul ettim: Tamamen kaçınmak mümkün olmasa da hüküm belirten cümlelerden ziyade okuyucuyu birlikte düşünmeye davete, mümkün mertebe şahsiyattan uzak kalmaya, kişilerden ve kurumlardan ziyade zihni durumları esas tutmaya, sevmediklerimize karşı cömertçe fırlattığımız tenkit oklarının bizi de bereleyebileceği ihtimalini gözden kaçırmamaya ve okuyucu mektuplarının ardındaki canlılıkla temasımı kesmemeye çalıştım. Buna rağmen yaptığım işin tabiatında okuyucu mevhum ve görünmez bir kitle gibi algılama yanlışının ne kadar büyük bir tehlike teşkil ettiğini anlıyor ve görüyorum; bu hakikati gözden kaçırmak, kısa zamanda yazarı "muallim" veya "üstad", okuyucuyu ise "talebe" veya "şakird" gibi görme yanılgısına yol açabilir; farkındayım.

Kültür sayfasında yazarken ikinci sayfada köşelenmeye heves ettiğimi iyi hatırlıyorum. Şimdilerde ise zaman zaman kültürde hatta spor sayfasında kalem oynatma heveslerine kapıldığım oluyor. İkinci sayfadaki asık suratlı köşemden, kültür sayfasının, -o edebiyat ve sanat dergilerinde görmeye alıştığımız- "her dem delikanlı ve heyecanlı" atmosferini seyrettikçe ince bir sızı geçiyor bir yerlerimden. Yerimden şekvam yok; ama üzerimde hala, bahçede top oynamak dururken aile büyüklerinin meclisine katılmış olmanın tedirginliği de eksik değil.

İşimi seviyorum; her sayfada, her dergide ve her köşede, ocaktaki kömüre aynı körükteki havayı üflediğimin farkındayım. "İkikapılımescid Sokağı"ndan gelen mektup "memleket kurtarmayı bırak; bize neşideler söyle" manasına da okunabilir; bunu aklımda tutacağım; ama aklınızda bulunsun, bütün türkülerim "armut" üzerine olacak.