Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Lâtife Hanım'ın evrakı meselesinin cılkı çıktı sonunda. Kanunî vârisleri, "evrakı kamuoyuna açıklamayın, özel hayatın mahremiyetine giren şeylerdir; TTK kasalarında saklı kalsın" dediler; öyle olacak gibi görünüyor.

Evrak vârislere ait ise -ki öyle- kendilerine teslim edilmeli değil midir? Hayır istemiyorlar. Peki, evrakta açıklanması mahzurlu şeyler varsa bizzat vârisleri tarafından imhâ edilmeli değil midir? Hayır, onu da istemiyorlar. Belgeler, TTK kasalarında kıyâmete kadar saklanmalı diye düşünüyorlar. Aile hâtırası ise sahip çıkılmalı, kamuya ait bir muhtevası varsa açıklanmalı; "ilâ yevm'il kıyâme" saklı tutulmasının mantığı nedir? Yaksa birilerinde kopyaları var da, birkaç ay sonra yayınlanacağı için bedavadan reklâm kampanyası mı yürütülmektedir?

Bu arada çok tatsız polemikler, câhilâne yorumlar yapılıyor. Dünkü gazetelerden birinde kendini Atatürk'ün mânevî vârisi zanneden bir yazar garip şeyler fikirler serdetti. Biraz tafsil edelim ki "kaş yapayım derken göz çıkarmak" meseline örnek olsun.

Mustafa Kemal Paşa'nın üvey amcasının kızı Fikriye Hanım'dan bahsediyor yazar. Milli mücadele yılları esnasında Gâzi'ye hizmet eden bu bedbaht hanımın Mustafa Kemal Paşa'ya âşık olduğu biliniyor. Gâzi, Lâtife Hanım'la evlendikten sonra Çankaya'daki ikametgâhtan uzaklaştırılması iktizâ eden Fikriye Hanım, tedavi bahanesiyle Avrupa'ya gönderiliyorsa da yeniden Ankara'ya dönüyor; köşke gelip Gâzi'yi görmek istiyor. Lâtife Hanım'ın direktifiyle köşk kapısından geri çevrilince çantasında taşıdığı tabanca ile intihar ediyor.

Fikriye Hanım'ın da kendine göre evrâkı vardır; muhtemelen Gâzi ile aralarında yazılan bir takım mektuplar. İntihar vakasından sonra Gâzi, mektupları Fikriye Hanım'ın ailesinden istetiyor; evrakın iadesi gecikince emniyet mensubu olduğu tahmin edilen bazı kişiler söz konusu evrakın bulunduğu eve, -üstelik hane sahipleri evde değilken- girip Fikriye Hanım'ın evrakını alıp gidiyorlar.

Yazar diyor ki, "bakınız Atatürk, özel hayatının mahremiyete önem veriyordu; öyle olmasaydı polis marifetiyle bu evrakın peşine düşmezdi."

Madem muhabbet özel hayatın gizliliği prensibinden açıldı, öyleyse soralım: Ev sahibi yokken bir eve girip, hane sahiplerinin ve Fikriye Hanım'ın kanuni varislerinin rızası olmaksızın söz konusu evrakı almak, o kişilerin özel hayatına müdahale, mesken dokunulmazlığını ihlâl değil midir?

Yazar fikrince, "bir güzellik yapayım" diyor ama yaptığı şeyin güzellikle alâkası yok; kaş yaparken göz çıkarmak budur işte!

Atatürk'ün mânevi hâtırasını korumak için kendini görevlendiren o yazarın yerinde olsaydım, Lâtife Hanım'ın evrakı açıklanmasın diye tehdit makamında TTK Başkanı Yusuf Halaçoğlu'na çamur sıçratmak yerine susardım. Çünkü Lâtife Hanım'ın o esrârengiz evrakında Atatürk'ün hâtırasına bu derece ithamda bulunan bir iddia, hiç zannetmem ki mevcut olsun?

Meseleye Fikriye Hanım'ın şahsi hakları açısından bakalım: Bir hanıma yazılan mektuplar (velev ki aşk mektubu olsun), alıcısının eline ulaştıktan itibaren artık o hanımın şahsi tasarrufuna girmiş sayılır; polis veya sivil memurlar mârifetiyle bir eve habersizce girip mektupları kabzettirmekte hukuka uygun bir hâl yok, en azından Gâzi'nin mânevi hâtırasını yüceltecek bir davranış eseri görünmüyor. Meseleye insâni açıdan bakılsa daha anlaşılır olurdu. Gazi Mustafa Kemal henüz yeni evlidir; aile saadetini sarsacak bir skandala engel olmak istiyor, mümkündür; bir âşık, kıskanç bir koca böyle bir eyleme kalkışabilir ama bu davranışın hukuk nazarındaki karşılığı mesken dokunulmazlığını ve özel hayatın mahremiyetini ihlâldir; bu davranışı, "Gazi kendi özel hayatının mahremiyetine titizdi; bakın bunu bile yapmıştı" sadedinde yorumlamak için illâ ki "iliştirilmiş (embedded) köşe yazarı" olmak mı gerekiyor?