Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Önce adalardan birine devâsâ bir semâzen heykeli yaptırılması projesinden bahsedildi. Berbat bir fikirdi. Gazeteler hemen (Kınalı mıydı?) adanın helikopterden çekilmiş bir resmini bulup üstüne "fotoşop"la semazen heykeli oturtarak haber yaptılar; ardından muhalif sesler yükseldi. Bu kötü projeden vazgeçildi mi bilmiyorum. Sonra bir "ışık topları" projesinden bahsedildi, onun da ardı gelmedi.

Derken bu defa Haydarpaşa iskelesinin mendireğine bir başka heykel dikilmesi fikri ortaya atıldı; bu proje, Kültür Bakanlığı'nın İstanbul Valiliği ve Büyükşehir Belediyesi ile ortaklaşa yürütülecekmiş. Yine o mâlum fotoşop numaralarıyla mendireğin üstüne kondurulmuş bir Fatih heykeli gördük ekranlarda. Hani o İstanbul'u muhasara eden donanmanın beceriksizliğine kızıp da atını denize sürdüğü rivâyetini tecessüm ettiren sahnenin heykeli. Semazen heykeli gibi devâsâ bir şey olmayacakmış; sadece yedi metre yüksekliğinde bir heykel.

Anlaşıldı: Arkadaşlar kararlı; İstanbul'un bir yerlerine bir büyük heykel dikilecek.

"İstanbul'da heykel dikilecek yer kaldı mı?" meselesi ayrı tartışma konusu. Misâl; her iki proje için etrafı sularla çevrili kara parçalarının düşünülmesi pek hayra alâmet değil.

Efendim İstanbul için bir nevi "Cumhuriyet'in katkısı" sayılabilecek böyle âbidevî (monumental) eserlere illâ ki ihtiyaç var mıdır? Bence yoktur. Vapurla Kadıköy'den Karaköy'e geçerken böyle monumental "dikit"ler seyredilebiliyor zaten. Meselâ Kadıköy Haydarpaşa arasında bir silo binası var; âlâsından âbide işte. Sonra karşı tarafta plazalar, gökdelenler, İstanbul'un şâirâne siluetine çakılmış bir sürü mücessem dört köşe "sanat" eseri kazıklar var. Onlarla idâre edebiliriz pekâlâ; üstelik beş kuruş masraf etmeksizin altlarına birer pirinç plâka çakıp, üstüne "Rant âbidesi", "Cumhuriyet mimarlarından İstanbul'a katkı anıtı", "İş dünyasının İstanbul sevgisi yerleşkesi" gibi ibâreler kazılsa kâfidir.

Kimse kusura bakmasın; Haydarpaşa mendireğine Fâtih heykeli de kötü fikirdir. "Daha ihâle edilmemiş projesini bile görmeden nasıl kötülersin?" denilebilir. Projenin kötülüğü, bütünlük fikrinden mahrum oluşunda.

Şehrin kendisi de bizatihi bir âbidedir; bir sanat eseridir; üç boyutuyla hayata geçirilmiş bir insan-insan ve insan-tabiat ilişkileri yorumudur. Büyükçekmece'den Tuzla'ya takriben 70 kilometre uzanan İstanbul dokusuna bir de bu gözle bakınız; bu doku, kıyısına köşesine konulacak âbidelerle insânileştirilmesi ve güzel sanatlardan bir yorum ilâvesi mümkün olmayan bir çirkinlikler ve problemler kumkumasıdır; rant hırsının, âcil ihtiyaçların ve çaresizliklerin çirkinleştirdiği bir fiziki dokusu var İstanbul'un. Eğer İstanbul'un teşkil ettiği mânâyı bir medenî mesele olarak algılıyorsanız İstanbul'a hizmet, İstanbul'u yıkmakla başlar.

Gelelim meselenin "âbide" faslına; hayli zamandır şehrin her tarafından görünecek irilikte devâsa yapılar yükseltip üstüne sembolik şeyler yerleştirmek fikri salgın haline geldi. Bu fikirler, nasıl bir hâletin eseri olsa gerektir? İnsanlık o çağları çoktan geçti diye biliyorduk. Kimisi dev bir tayyare maketi yaptırmaktan söz ediyor, kimi açık denizden bile görünecek semâzen heykelinden; bunlar sıhhat değil maraz işâreti. Yeri gelince "İslâm sanatı"ndan filan da söz etmeyi pek severler hani. İslâm mimarlığının tarihi ürünleri, bana göre "anti-monumental" ifâdeli eserlerdir; göklere doğru uzanan ve arza doğru genişleyen ehramlar, Firavun'un Hâmân'a, "Bana öyle bir kule yap ki, orada göklerin sebeplerine erişebileyim" niyetiyle sipariş ettiği haydarâne binalardı ve bunlar İslâm mimarları için "yaklaşılmaması gereken" örnekleri teşkil ediyordu.

Sizler bu ucûbe yükseltilerle hangi "esbâb"a erişmeyi murad ediyorsunuz acaba?