Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Haberin ajanslara düşmesi üzerinden bir saat bile geçmeden, internet sitelerine yazılan okuyucu yorumları, özetle, "Kuzey Irak'a girelim, bu işi bitirelim" merkezinde yoğunlaşmıştı.

12 evladımızın şehâdetinden bahseden bir yazıya böyle giriş yapılmaz, farkındayım fakat bilelim; Şırnak'ta 13 evlâdımızın şehit edilmesinin üstünden iki hafta bile geçmeden gelen bu yakıcı haber, Türkiye'yi en hassas, en dayanılmaz noktasından tahrik etmeye yönelik çiğ bir kışkırtmadır. Kamuoyunun feverânı karşısında hükümet, Meclis, ordu ve basının itidalli davranma kabiliyeti yok edilmek isteniyor.

Birileri artık, "yapın şu sınır ötesi harekâtı, girin Kuzey Irak'a" mesajı yolluyor; bu mesaj açık, başka türlü yorumlanamaz bir nitelikte. Kim, niçin gönderiyor bu açık davetiyeyi? İçerde "bir an evvel Kuzey Irak'a girip hainlerin haddini bildirelim; buna karşı çıkan vatan hainidir" lobisi harıl harıl çalışmakta iken bu acı haber ortak aklı kavurup fesada uğratmayı amaçlıyor. Hesap, kitap, mantık, jeopolitik, reel politik gibi ihtiyat unsurlarını savunanlara algılama ve fren mesafesi tanınmıyor. Gitmiyor, sürükleniyoruz. Düşünmemize fırsat verilmiyor, çekiliyoruz. Sözün ve siyasetin tükendiği yere sevk ediliyoruz. Bu öyle bir ortam ki, "sâkin olalım, biraz düşünelim" sözü kolaylıkla ihânetin diline tercüme edilir. "Bana hain, işbirlikçi, PKK yandaşı demesinler" korkusu ve baskısı siyasi aklı dumura uğratır, felç eder. Böyle pis, meş'um bir psikolojik baskı havayı solunmaz hâle getirmekte.

"Nasıl oluyor da egemen sıfatıyla bulunduğumuz topraklarda silahlı birliklerimiz pusuya düşüyor?" sorusu bile, o baskı altında hükmünü kaybediveriyor. Halbuki biz 7 Ekim'de Şırnak'taki saldırıda 13 evlâdımızın nasıl, hangi surette ve nasıl bir taksir sonucu şehit edildiğine dair düzgün ve yeterli bir açıklama duymamışız; dünkü saldırıda ise bir taburumuzun, yaklaşık 250 kişilik terörist grubu tarafından uzun namlulu silah ateşiyle pusuya düşürüldüğü ifade edilmekte. Kâğıt üzerindeki hâliyle mânâsız, doyuruculuktan uzak bir izahat: 12 şehit 16 yaralı 13 kayıp! Sadece şu ibâre bile orada olup bitenlerin aslında ne idüğüne dair hiçbir şey söylemiyor ve merak ediyoruz: O derece sıcak bir sınıra beş kilometre mesafede geceleyen bir tabur asker nasıl pusuya düşer?

Vaktiyle teröristle dağda mücadele etmek için, pusuya düşmek değil düşürmek için, eşkıya ile en azından aynı şartlarda bulunup asimetrik mücadeleyi yürütmek için Emniyet'e bağlı özel timler kurulmuştu. 28 Şubat 1997 sürecinin bir başka gözden kaçan özelliği ise özel timlerin etkisiz hale getirilerek ellerindeki ağır silahların orduya devredilmesi olmuştu. Bu küçücük örnek bile teröre karşı verilen mücadelede hâlâ önemli stratejik ve taktik tereddütler yaşandığını gösteriyor.

Kesin olan şey, Türk milletinin son ferdine kadar ülke bütünlüğünün muhafazası için kararlı ve sebatkâr duruşudur; mütereddit olduğumuz husus ise çeyrek asırlık süreç içinde dağdaki teröre karşı verilen mücadelede bir şeylerin yanlış gittiği ve yanlış giden işler hakkında siyasi aklın bir türlü devreye girememiş olduğudur. Bu zaaf, Türkiye'yi güçsüzleştiriyor ve yıllardan beri baskı altında tutuyor. İçeriden kaynaklanan meselelerimizin çözümünü dışarıda aramak ne kadar akıllıca? Düşman nerede? Keşke sadece ve sadece dışarıda olsa; mesele keşke sadece silahlı birlik harekâtıyla söndürülecek kadar basit ve görünür bir mahiyet gösteriyor olsa?

Türk milletinin, hepimizin başı sağ olsun; bu fecî hâdiseyi daha çok hamâset üretip eski hatâları örtbas etmek yerine daha çok siyaset ve ortak akıl üretmeye vesile kılarsak şühedâmızın rûhunu hakikaten şâd etmiş oluruz.