Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Mekaniği seviyorum; çünkü onlar bana insanların üretken olabildiği zamanları hatırlatıyor. Mekanik devri, zenaatın sanatla buluştuğu, insanın emrine musahhar kılınan maddenin en haysiyetli biçimlere kavuştuğu bir zafer çağıydı.

Metal, ahşap, deri, toprak ve taş uzun yüzyıllar boyunca insan emeğinin en üstün ve güzel formlarına malzeme oldu.

Mekanik devri usul usul sona eriyor; kısmen hüküm sürdüğü sektörler de yok değil ama bundan takriben yarım asır kadar önce mekanik devrinin saltanatı küsûfa uğramıştı zaten. Hayatımızdan habersizce çekilip giden ayrıntıları hatırlayalım: Kömürlü ütüler, el ve ayak gücüyle çalışan dikiş makinaları, o pırıl pırıl daktilolar, kollu hesap makineleri, kurmalı, guguklu saatler, kapılarda kullandığımız kilit ve kol mekanizmaları, çıngıraklı kapı zilleri, kurmalı gramofonlar, ahşap radyolar, ebonitten mamul müheykel kasasıyla insanda saygı uyandıran ağır telefonlar, toplu, şarjörlü tabancalar, av tüfekleri, baskı aletleri, delikli zımbalar, kağıt tutturmaya yarayan tel maşalar, firketeler, gaz ocağı, çengelli iğne, semaver, kollu et kıyma makinesi, ağlayan bebekler, tenekeden, tahtadan oyuncaklar tarihe karıştı. Bununla beraber mekanik günlük hayatımızda hâlâ direnen örnekleri de yok değil; bir mekanik şâheseri sayılmak gereken bisikletler baştacı meselâ. Çocuk arabaları, şişe açacakları, her evde bulunan pense, tornavida, testere kabilinden el âletleri, kepenkler, açılır kapanır kanepeler, benzinli çakmaklar ve daha niceleri bize mekaniğin insan hayatındaki yerini ihtar ediyor.

Evet, mekanik tabii değildir, sun'idir; insan elinden çıkmadır ama mekanik ile insan arasında insaflı, hatta insânî diyebileceğimiz bir ilişkiden söz edebiliriz; mekanik bir düzeneğin sınırları vardır çünkü kolaylıkla anlaşılabilecek fizik kurallarına göre işlerler. Mekanik olan, maddenin sınırlarına ve imkânlarına itaat eder; en cüretkâr davrandığı anlarda bile durakladığı hudutlar vardır. Bu sınırlı kabiliyeti ile mekanik, gerçekten şaşırtıcı, zaman zaman hayranlık uyandırıcı ve hatta düpedüz sanat eseri diyebileceğimiz icatlara sahne oldu. Çoğu daha şimdiden teknoloji müzelerinde sergilenmekte olan mekanik ürünler sanat hassasiyeti ile problem çözücü insan zekâsının en saygı uyandırıcı örneklerini teşkil etmişlerdir. Artık gözlerden nihân olan ispirto ocağını (kamineto) ele alalım; neticede haznesine konulan ispirtoyu basit bir fitil vasıtasıyla tutuşturan ve aynı şiddetle alev veren alelâde bir icat; hatta aynı görevi daha basit ve eski biçimiyle yerine getiren kandilleri, idare lambalarını düşününüz. Çıra kadar tabii değiller şüphesiz ama insanlığın onlarca asrını onlar aydınlattı. O yüzden kütüphanemin bir köşesine yerleştirdiğim madencilerin kullandığı karpit lambasını hep sevgi ve hürmetle seyreder, ara sıra elime alır okşarım. Bir başka köşede senede ancak birkaç defa yakabildiğimiz fiyakalı Rus semaveri de aynı cümledendir; yapıları basit ama sanatkârânedir. Bu eserlerde sanat, müzelik olmaktan çıkar, güzellik hissi uyandırma fonksiyonundan sıyrılır ve hayata eşlik eder. Bana göre sanatın en yüksek derecesi, gündelik hayata kendini hiç hissettirmeksizin, "ben de varım" demeksizin refakat edebilmesindedir. Erika marka siyah daktilo makineme biraz da kolay farkedilmeyen bir sanat eseri olduğu için bağlılık ve sevgi duyuyorum. Mekanik çağının en karmaşık ama en anlaşılabilir düzenekli araçları herhalde daktilo ile dikiş makinesidir. Anlaşılabilir olmaktan kasdım şu: Mekaniğe kabiliyeti olan birisi, bir dikiş makinasının arızasını kolaylıkla tesbit edebilir; hatta tamir etmesi bile mümkündür çünkü onlar ancak dehâ ile izah edilebilir bir kabiliyetle küçültülmüş ve ergonomik hale getirilmiş yüzlerce küçük parçadan mâmul olsalar bile neticede şaşırtıcı bir mantıkla çalışmazlar. Daktiloda bir tuşa parmağınızla vurduğunuzda kağıda harfin kalıbı çıkar. Dikiş makinesinin ucuna iplik geçirilmiş iğnesi, küçük aralıklarla kumaşın her iki yüzüne sağlam ilmekler atma ustasıdır. Borulu gramofonla karasakız plak bile anlaşılmaz bir sihirbazlık eseri değildir. Sivri bir iğne ile sert bir yüzeyi çizerseniz pek de sevimli olmayan bir ses çıkacaktır; gramofon bu prensibi şaşırtıcı bir buluş haline getiren zekânın ürünüdür işte.

Belki yakın gelecekte gazoz açacağının bile digital, pille ve küçük bir motorla çalışan modelleri ile karşılaşacağız. Doğrusu teknolojide elektrikten elektroniğe, oradan bilgi depolayan çip esası ile iş gören dijitale terfimiz, başdöndürücü bir süratle gerçekleşti. Teknolojide her terfî, ürünle insan arasındaki ilişkiyi soğuttuğu için sevimsiz görünüyor bana. Bilgisayar tamircileri, arızalı entegreyi söküp yenisini takacak kadar çiplere hükmedebiliyorlar; oysa ki bir at arabası, bütün parçaları defalarca tamir edilebilen bir ikame esnekliğine sahiptir. Arabanın nasıl bozulduğu ve nasıl onarılacağı hakkında ev kadınları bile rahatça fikir yürütebilirler. Eşya ile insan arasındaki mesafeyi gereğinden fazla aralamak bu ilişkinin tabiatını bozuyor ve insanda üretebilme ve üretime herhangi bir safhasından itibaren katılabilme isteğini engelliyor. Kömürlü bir ütüyü bozmak neredeyse imkânsızdır ama küçültülmüş bir mini uzay aracına benzeyen zamâne ütüleri kullanıcısına aynı güveni telkin edemiyor. Evlerimiz, kapağını bile kımıldatmamak hususunda tehdit edildiğimiz pahalı ev eşyaları ile dolu. Çalıştıkları sürece onlara minnet duyuyor ve bozulmamaları için dua ediyoruz; çünkü onlara nüfuz edebilme kabiliyetimiz yok. Eşya ile aramızdaki mekanik bağ koparıldı.

Eşya ve insan ilişkisinde kimin kimi kullandığı tartışılmamalı; düşünülmemeli!

Modern teknolojinin sihirbazlıktan farkı yok; eşyalar giderek daha çok kendi içine kapanıyor ve bize içyüzlerini göstermiyorlar. Daha becerikli ve işe yarayışlı oldukları muhakkak ama evimizde zengin bir komşunun emaneti gibi titizlikle muhafaza ettiğimiz bu eşyalarla sıcak ilişki kurmak neredeyse imkânsız.

Günün birinde torunlarımız, "vay be, keşke mekanik devrinde yaşamış olsaydık" derler mi? Bence derler çünkü mekanik devri, zenaatın sanatla buluştuğu, insanın emrine musahhar kılınan maddenin en haysiyetli biçimlere kavuştuğu bir zafer çağıydı. Metal, ahşap, deri, toprak ve taş uzun yüzyıllar boyunca insan emeğinin en üstün ve güzel formlarına malzeme oldu.

Mekaniği seviyorum çünkü onlar bana insanların üretken olabildiği zamanları hatırlatıyorlar; bilgi yoğun teknolojilerin işsiz bıraktığı ara kuşaklar ne demek istediğimi anlayacaklardır. İstimin imparatorluğu dağıldı, buhar sultanlığı yerle bir oldu. 20. Yüzyılın ağır sanayi modeli can çekişiyor; üretim süreçleri karmaşık hale geldikçe yabancılaşma derinleşiyor. Sıradan insanın emeği, sömürülmeyecek derecede değersizleşmekte.

Eşyanın tabiatından uzaklaştıkça başkalarına bağımlılığımız artıyor; nostaljiden arta kalan acı telvenin falında görünen mânâ hayırlı değil.