Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Ergenekon davasıyla ilintili faaliyetlerde bulundukları şüphesiyle bazı gazeteciler birkaç gün önce gözaltına alındı; bunun üzerine basında, bu gazetecilere destek mahiyetinde haber ve yorumlar görmeye başladık. "Sırf kitap yazdığı, sırf gazetecilik yaptığı" için bu basın mensuplarının orantısız bir karşılıkla gözaltında tutulmamaları ileri sürülüyor. Bazı meslektaşlarımız, "Suyunu çıkardınız ama, her şeyi Ergenekon'a bağlarsanız, davanın ciddiyeti kalmayacak" ikazında bulunuyorlar. İnsani tepkidir. Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının Hasdal kışlasındaki tutuklu meslektaşlarını ziyaretleri ne kadar anlaşılabilir bir insanî dayanışma numunesi ise bu da aynı cümledendir.

Bu sevimsiz bir konu olmasına rağmen düşündüklerimi yazacağım.

Meslektaş dayanışmasını ve insani tepkiyi anlayışla karşıladığımı belirttim; anlayamadığım husus mâkul tepkiyle dokunulmazlık talebi arasındaki ince sınırın nerede başlayıp nerede bittiğidir; daha doğrusu gazetecilik nerede sona erer ve suç nereden başlar konusunun vuzuha kavuşturulması lâzım. Teoride "Gazeteciler ebediyyen mâsumdur, onlara suç isnad edilemez" diye bir hüküm yok. Vuzuh için biraz beklemek gerekecek çünkü soruşturma şu an itibariyle devam ediyor.

İstanbul'da bir grup gazeteci dün Taksim'de, "Gözaltındaki arkadaşlar onurumuzdur, AK Parti medyadan elini çek" diye slogan atarak yürüyüş yapmışlar; demek ki çalıştıkları basın kuruluşunda yaptıkları yayınları kâfi görmemişler; olsun, demokratik haklarıdır fakat bu destek, gözaltına alınan gazeteciler için "peşinen mâsumiyet karînesi" anlamını vermemelidir. Suçlu veya mâsum oldukları hakkında hiçbir önyargım veya bilgim yok ama eğer hakikaten haklarında ciddi ithamlar ve deliller varsa, bu protestolardan geriye anlam olarak ne kalacaktır, onu hesaplamak lâzım.

"Benim arkadaşım böyle bir şey yapmaz" diye düşünülüyor, "O iyi çocuktur!" Bu yargı, en azından soruşturma safhasında mânâsızdır. Bekleyip görmeli. İtham edildikleri şey gazetecilikle mi ilgilidir yoksa gazetecilik sınırlarını orantısız bir şekilde aşan başkaca ithamlar mı söz konusudur, bilmiyoruz. Dilerim ki soruşturma sonuna aklanırlar.

"Gazeteciler, yazarlar, ne yaparsa, ne yazarsa hoş görülmelidir; fikir ve kanaat hürriyeti kapsamında değerlendirilmelidir." diye bir şeye asla inanmadım. Yazdıklarımızla başkalarını pekâlâ incitebilir, zarar verebiliriz; bu gibi hallerde zarar görenlerin, "İhkak-ı hak" için mafyadan adam kiralaması doğru olmayacağına göre hukuka başvurmaktan başka çâreleri yok. Adımıza mahkemeden celp geldiğinde "Basın hürriyeti tehdid altında" diye ortalığı velveleye vermek yerine derdimizi mahkeme heyetine anlatacağız.

Nitekim bir sene kadar önce halen Ergenekon sanığı olarak tutuklu bulunan bir subayın tahliye kararı üzerine kaleme aldığım "Karar" başlıklı yazıdan ötürü, tahliye kararı veren üç hâkim hakkımda, "Alaycı ifadeler ve aşağılayıcı yorumlar"da bulunduğum gerekçesiyle "Hakaret, kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret, sesli yazılı veya görüntülü bir ileti ile hakaret" suçlarından şahsım ve yazı işleri müdürü arkadaşım aleyhine dava açtılar. Günü geldiğinde Bakırköy Adliyesi'ne gidip ifademizi verdik, savunmamızı yaptık. Benim gibi Zaman'da çalışan onlarca yazar ve muhabir arkadaşım, ayın belirli günlerinde Adliye'ye gidip yazıp çizdiğimiz şeylerin hesabını veriyor.

İnsani tepki ve dayanışmaya sonuna kadar evet; kanaat terörüne sonuna kadar hayır.

Aradaki farkı en iyi gazeteciler bilir!