Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Yol yorgunluğundan kurtulup birkaç dakika dinlenmek için 4. kattaki otel odasının balkonuna çıkınca sersemletici bir manzarayla burun buruna geldim.

Oraya kadar her şey alışıldıktı; evler, yollar, sokaklar, insanlar. Sayısız benzeri gibi kötü tasarlanmış, acemi mimar fantezilerinin kurbanı olmuş binalar, bulutlar, batı ufkunu kızartarak batmaya yüz tutmuş güneş...

Her şey bildik, her şey sıradan; bu biteviyeliğin ufkunda tabii olmayan tek unsur dağlardı. Dağlar... Ufuk çizgisinin hatt-ı bâlâsını maviden mora, turuncudan siyaha tül tül perdeleyerek ard arda sıralanan dağlar. Yeryüzünün en yakışıklı ârızası dağlar. Şehrin topoğrafyası içinde tüketile tüketile onurunu kaybetmiş, inişlerle yokuşlarla indirgenmiş dağlar. Şairin, "Gitmez oldu gönlümüzden endişen / Mürüvvetsiz beyden yeğdir dört köşen" diye derinliklerine sığındığı o muhteşem fikir...

Nazilli'de şehrin kuzeyine yangelip, eski dünya tarihinin en münbit ovalarını seyreden dağları görünce burnumun direği sızladı. Pencereden göz atınca hemen dağları görüvermek ne saadet. Beğenmediğim Ankara'nın bile bir Hüseyingazi dağı vardır ki, şehir içinde binaların altında kalmış ufak tefek tepelerin hazin görüntüsüne rağmen Cumhuriyet pâyitahtının şan ve itibarını kurtarmaya yetmektedir. Hemen ardında Elmadağ...

Ege başka; insanı, tabiatı, ufku, sofrası, tadı, tuzu bile başka. Meselâ misafiri ağırlamak için önüne yedi dağın otunu süsleyip püsleyip üzerine kıvamlı ve leziz zeytinyağı gezdirip iki damla turunç suyu sıkarak ikram etmek kimin aklına gelir? Tabağımdaki bir tutam ısırganı görünce yemekten vazgeçip çocukluğuma dönüverdim. Hani bir yaz günü kiralık bisikletin zamanı geçip de cezaya düşmeyim diye hızlı pedal çevirirken mezbaha civarında bir tümseğe takılıp da çizgi filmlerde olduğu gibi paldır küldür adam boyu ısırgan çalılarının ortasına düşmemiş miydim?

Siz sayın ki Cennet-i âlâ'dan bir köşe; Nazilli Belediyesi'nin nazik daveti olmasa, İzmir-Antalya yolcularının farkında bile olmadan gelip geçtikleri bu sâkin beldeyi nereden görürdüm ki? Fırsattan istifade Zaman okuyucuları ile bir araya gelip sohbet etmek bu yolculuğun ikramiyesi oldu. Özellikle hanım okuyucularla sohbetimize hepinizin ortak olmasını isterdim; bu tablo, Zaman gazetesinin her gün kapınıza bırakılan mevkutelerden niçin farklı olduğunu anlatıyordu: Zaman, bir gazeteden ibaret değil, sayısı bir milyona yaklaşan dikkatli, takipçi, hesap sorucu, sorgulayıcı, dikkatli ve feragat sahibi bir kitledir. Gazetenin yemekhanesinde bulaşık yıkayan arkadaşlarımızdan genel yayın müdürüne, muhabirden çizere, yazardan idari görevlilere kadar her Zaman çalışanı, böyle bir kitlenin izzetini yükseltmek için yüklendiği sorumluluğun şuurunu müdrik, okuyucusuyla beraber nefes alıp veren bir topluluk oluşturuyorlar.

İstanbul'un fethiyle yaşıt Koca camii avlusunda Mustafa Bey'in nefis ayranından içmek, aynı camiin minare gölgesindeki avlunun hasırında genç zeytin ağaçlarının dalları altında cuma cemaatine katılmak ne güzel, ne şirin bir saadet ânıydı. Benim için kısa Nazilli seyahatinin en güzel aksâmı, değerli yazarımız Ali Çolak'ın köyüne yaptığımız kısa ziyaretti. Toygar köyünün bahara, yeşile, çiçeğe ve kuzu melemelerine gömülmüş bu sıcak yuvasında tâzelendik, huzur bulduk, dua aldık, gönlümüz açıldı.

Nazilli'de Zaman okuyucuları, haklı olarak yazarlarıyla sohbet etmek, ağırlamak istiyorlar; özellikle Nedim Hazar'ın ismen davet aldığını belirtmem lazım. Ege'nin meşhur otlu sofralarını (şaka!) özleyen yazarlarımıza hassaten bir Ege ziyaretini tavsiye ediyorum.