Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Alah’ın birliğine hamd olsun; bu yıl da hayır ve saadetle Ramazan’a eriştik; gerçi, İslâm âleminin hâlini ve dökülen kanı hatırladıkça pek “hayır ve saadet” içinde olduğumuz söylenemez fakat ümid ederiz ki bu güzeller güzeli ayın hürmetine cümleten felâh ve huzur buluruz.

Ramazan ne demek? Ramazan demek, sair ödev ve ibadetlere ilâveten fırsat buldukça bir kûşeye çekilip İslâm tarihi, İslâm kültürü ile sarmaş-dolaş olmak, orucu bir mânâda uykuyla değil de her nevi kıraatle tamamlamak demek. Geçen sene İbnü’l-Esîr’in efsânevi eseri “El Kâmil Fi’t-Tarih”ine başlamıştım. Obur bir bakış açısıyla “bir şurdan bir burdan” merakıyla sıra takib etmeden okuduğum için eksik kalmıştı. İşte bugün, bahsettiğim eserden Halife Ömer bin Abdülaziz’e dair rivayetleri aktararak, siyasi hadiselerin seyrinden bunalmış gönüllere bir nebze inşirah ve ferahlık serpmek istedim. İnşallah hayra ve inşirâha vesile olur.


Evvela hatırlatıcı mahiyette birkaç kısa bilgi: Ömer bin Abdülaziz, Emevi sülâlesinden gelen halifelerin sekizincisidir. Hicretin 60. senesinde doğdu, 100. yılda kırk yaşında hilâfete geçti ve takriben bir yıl civarında görevde bulundu. Bu kısa süre içindeki gidişatı ve kararları ile İslâm tarihinde, ancak ilk dört halife ile kıyaslanır bir hürmet ve muhabbetin mercîi oldu.


Ömer bin Abdülaziz’in bu kadar sevilmesinin sebebi çoktur ve hakkında çok bilinen hatıraların bir kısmından aşağıda bahsedeceğiz. Benim nâçiz kanaatime göre “II. Ömer” (ki âdil idaresi sebebiyle bu isimle de anılıyor), dinen kâmil bir Müslüman’ın, aynı zamanda âdil bir emir ve devlet adamı olarak da dinini ve nefsini koruyabileceğini örneklik teşkil etmesi bakımından sevilir ve hayır dua ile yâd edilir. Buradan hareketle şu tesbitte bulunmaya hakkımız var: Kendine Müslümanlık izâfe eden her devlet ve siyaset adamının, aynen Ömer bin Abdülaziz gibi âdil olmaması, menfaatine yenik düşmemesi, doğruyu yerinden kaydırmaması için sebep ve bahanesi yoktur. Nitekim Süfyan-ı Sevrî şöyle demişti:

-Halifeler beştir: Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali ve Ömer bin Abdülaziz. Bunların dışındakiler kıyıda köşede kalan kişilerdir.


Şafii de aynı şeyleri tekrâren şunları ilave etmişti:

-Valilerine üç şeyi emrederdi: Peygamber’in sünnetini ihya etmek ve bid’ate meydan vermemek, zulmü kaldırmak, yoksullara dağıtmak.


Halife olunca emrine tahsis edilen hayvanların bakıcıları Ömer’e gelip hayvanlara yem istediler. Ömer hepsini sattırıp parasını beytülmâle (kamu hazinesi) koydurdu ve “Benim şu katırım bana yeter” dedi.


Hilafette ilk hutbesini okumak için minbere çıktığında şunları söyledi: “Ey insanlar; bize dost olmak isteyen şu beş şeyi yapsın, yoksa bize yaklaşmasın: Bize ihtiyacını arz etmeye gücü olmayanın ihtiyacını arz etsin. Bize elinden geldiği kadar yardım etsin. Yönelmeye çalıştığımız hayra kılavuzluk etsin. Kimseyi aldatmasın. Kendini ilgilendirmeyen işe karışmasın.”

Bunun üzerine şairler ve hatipler etrafından dağıldı, “Bu adamın fiili, sözlerine aykırı olmadıkça onu terk etmek bize yakışmaz” diyerek yanında fâkihler ve zâhidler kaldılar.


Bir vâlisine şöyle yazmıştı: “Kûfe ehli belâ, şiddet ve kötü valilerin başlattığı pis muamelelere maruz kalmışlardır. Dinin kıvamı, özü, adalet ve ihsandır. Sana nefsinden daha mühim bir şey olmasın, çünkü günahın azı olmaz.”


Kayınbiraderi Mesleme bin Abdülmelik anlatıyor: “Hastalığı sırasında Ömer’in yanına geldim. Üzerinde kirli bir gömlek gördüm. Karısı Fatıma’ya (yani kız kardeşine), ‘Emir’ül Müminin’in elbiselerini yıkayın’ dedim. Peki yıkayalım dedi. İkinci defa geldiğimde gömleğin aynı şekilde olduğunu gördüm ve Fatıma’ya, ‘Size kirli gömleği yıkayın’ demedim mi diye çıkışınca, ‘Vallahi onun, bundan başka gömleği yok’ diyerek karşılık verdi.” Ömer bin Abdülaziz yoksul değildi, onunki tercih edilmiş, irâdî bir fakr olmalıdır!


Hilafete gelince hanımına ve cariyelerine artık üstlendiği bu vazifeden dolayı onlarla fazla ilgilenemeyeceğini söylemiş ve onları gitmekle kalmak arasında muhayyer (serbest) bırakmıştı.

Onlar ağladılar ve Ömer’de kalmayı tercih ettiler.


Halife olunca ailesinin elinde bulunan şeyleri aldı. Bazıları bunu mezalim olarak adlandırdı. Emeviler, halaları Fatıma binti Mervan’a yakındılar. O da Ömer’e geldi ve izahat istedi. Halife şöyle cevap verdi:

-Allah, Resulullah’ı insanlara rahmet olarak gönderdi, azap olarak değil. Sonra onun için kendi katındakileri hayırlı görüp seçti, sonra da insanlara herkesin eşitçe içeceği bir nehir bıraktı. Ebu Bekir geldi bu nehri olduğu gibi bıraktı, Ömer aynı şeyi yaptı. Bana gelinceye kadar nehirden sadece Yezid, Mervan, oğlu Abdülmelik ve iki oğlu Velid’le Süleyman istifade ettiler. Bu büyük nehir kurudu ve eski haline döndürülmedikçe sahiplerini doyuramayacak hale geldi...

Fatıma dedi ki,

-Yeter, kelâmını anladım. Eğer sözün buysa ben ebediyyen hiçbir şey zikretmem!


Kendisine adalet konusunda en büyük yardımcılardan biri olan oğlu Abdülmelik hastalanınca Ömer yanına gelmiş ve, “Ey yavrum, kendini nasıl buluyorsun?” diye sormuştu. Abdülmelik, “Kendimi hakta, adalette görüyorum.” cevabını verince Ömer, “Ey oğulcuğum, senin benim terazimde olman, benim için benim senin terazinde olmamdan daha sevimlidir.” dedi. Oğlu da, “Ey babacığım, benim için senin hoşuna giden şeyin olması, benim hoşuma giden şeyin olmasından daha hoştur.” diye cevap verdi.

Abdülmelik, bu hastalığından kurtulamayıp 17 yaşında vefat etmiştir.


Demişti ki, “Bir gün köleme vurmak istemiştim. Köle bana, ‘Sabahı kıyamet günü olan geceyi hatırla’ diye karşılık verdi.”


Ve yine şöyle demişti: “Yalanın söyleyene zarar verdiğini öğrendiğim andan itibaren asla yalan söylemedim.”


Hastalandığı zaman kendisine tedavi olması söylenildi. “Eğer bilsem ki benim ilacım kulağıma dokunmaktır, yine de dokunmazdım. Gidilecek yerlerin en iyisi Rabb’imdir.” diye cevap verdi.


Vefat ettiği günden önceki gece Mersîd adlı tabibi çağırmışlardı. Gün ağarmaya başladığında tabibi evin dışında uyurken gördüler ve “Niçin dışarı çıktın?” diye sordular. “Beni Ömer dışarı gönderdi ve dedi ki, ‘Ben öyle bir şey görüyorum ki ne insan ne de cindir’ Dışarı çıktığımda şu âyeti okuyordu: ‘İşte bu ahiret yurdu. Biz onu yeryüzünde yücelik, üstünlük ve fesat istemeyenlere veririz. Akıbet muttakîlerindir.” İçeri girdiklerinde onu, yüzü kıbleye dönük olarak teslîm-i rûh eylemiş gördüler.


Allah ona rahmet etsin. Adalet ve ihsan’da onun yolunu takib eden devlet adamlarının sayısını ve şevketini artırsın. [email protected]