Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bin yılda biriktirebildiğimiz her şeyin toplandığı bir çeyiz sandığı İstanbul; enkaz demeye dil titrer ama farkına varmak için haylice arkeolojik ilgi ve derinlik gerektirdiği de âşikar. Hele hele her gününü İstanbul'da geçirenler için "belde"i tayyibe" âşinâ bir yorgunluktan başka nedir ki? "Çocuklar biraz İstanbul görsün" hevesiyle adım attığımız Yenikapı İskelesi'ndeki hava, hiç de "hoşgeldiniz" makamından dem tutar görünmüyor.

Kırbaç gibi şaklayan kar tipisi, bir anda kemiklere kadar sirâyet eden arsız bir soğuk. Yirmi gün önce bizim "ortayayla"da dereceler eksi 36'yı gösterdiğinde, otomobillerin motoryağları ve mazotları donduğunda bile bu kadar üşümemiştik.

Gazeteye doğru yol alırken sürücümüz, "Beylikdüzü tarafında yol kapanmış" deyince nasıl bir bâdirenin ortasına düştüğümüzü fark edebiliyoruz. Trakya tarafından gelen bir aracın sağ cephesi zırh gibi karla kaplı. Neyse ki yol kısa, gazete yakın ve derûnu dostluk ve samimiyetle sıcak. Zaman'ın efsanevi aşçısı Japonya yollarında imiş ama mutfak ekibi onu aratmıyor: Mercimek çorbasının buğusu arasından dışardaki hırçın tipiyi seyretmek insanda hoş bir emniyet hissi uyandırıyor. Ardından çok leziz bir tavuklu pilav. Diyorlar ki, "bizim aşçıyı rahmetli Üzeyir Garih transfer etmek istedi de..; öyle bir ustadır o"

Kültür Servisi benim ilk göz ağrım; karargâhı oraya kuruyoruz. Servisin elemanları çay kahve ikramında birbiriyle yarış halinde. Ali Çolak yok; fırtınanın ilk kurbanı o. Masasına kurulup gençlerle başlıyoruz sohbete. Bir süre sonra yurtdışından gelen misafirleriyle meşgul olan genel yayın müdürümüz Ekrem Dumanlı da nezaket gösterip sohbete iştirak ediyor. Yeni baskı makinelerinin gerekliliğinden söz açılıyor, ümit ve heyecan Zaman çatısı altında hiç eksik olmuyor. Dostlar arasında olmanın güzelliği, dışardaki huşûnetli kar tipisini bile sevimlileştiriyor.

İkinci aksama haberi Abdullah Kılıç'tan; ses sanatçısı Zara ile yapacağı röportaj hava şartları sebebiyle suya düşmüş. "İyi ya, biz de Taksim'i kolaçan ederiz" diye çıkıyoruz; kapıda Rasih Yılmaz'ı Galatasaray maçına gitmek üzere hazırlanırken görüyoruz, maç iptal edilince kimbilir nasıl öfkelenmiştir!

Cemil Meriç'indi o söz, meâlen aktarıyorum; "yıllarca zihnimde Paris'i düşündüm, yaşadım, orada olmayı istedim ama günün birinde oraya gittiğimde Paris evde yoktu" diyordu. Paris onun için artık sadece bir hastane odasının soğuk duvarlarına dokunabildiği ışıksız bir şehirdi. Küçücük bir iklim cilvesi bile İstanbul'u bir anda ferâcesinin ardına çekilip gözlerden nihân olmasına yetmişti. Yıllardan beri İstanbul'u hiç bu kadar tenhâ görmedim. İstanbullular, sâkini oldukları şehrin ara sıra nükseden küçük kaprislerine alışkın olmalılar ki, "bugün ferman tipinin" ihtarına itaat ederek evlerine çekilmiş olmalıydılar.

İstanbul'u, olağan kalabalığı ile sevenlerin zevkine hürmet etmeliyiz ama şehirle temas etmek için kalabalık tâcizinden âzâde olmak da nimet. Tenha yollarında seyrederken "İstanbul asıl şimdi" diye düşünmemin sebebi buydu belki de. Kar, İstanbul'un fettanca bir dürtü ile her sabah tazelediği makyaj güzelliğini bastırmış, onu sadelik ve tenhalığın asli çizgilerine kadar ricat ettirerek sâkin, durgun ve alabildiğine beyaz bir terâvete bürünmeye zorlamıştı.

O dahi soluk kesecek kadar güzel ve derin.

Derken elektrikler gidiveriyor; sağda solda karagün dostu jeneratörler öksüre"tıksıra alacakaranlığı dağıtmaya kalkışsa da nâfile. İstanbul kepenklerini kapatmaya azmetmiş bir kere. Aziz dostum Recep Ayyıldız'ın, Galata Mevlevihânesi'nin "Hâmuşan"ını seyreden yazıhanesinde mum ışığında düştüğümüz koyu sohbeti kısa kesmek zorundayız. Karaköy'de taksi bulmak neredeyse fermana mahsus; mucize kabilinden durdurabildiğimiz bir taksici, emperyal bir kibir ve gururla neredeyse ayaklarına kapanmamızı bekliyor. Yine de bizi Eminönü'ne kadar geçirdiği için adamın ceddine rahmet okuyoruz. Sirkeci daha akşamın sekizbuçuğunda uyuklamaya başlamış bile. Dükkânlar kapalı, gecikmiş esnaflar bir an evvel eve dönüş telâşında.

Nihâyet sâlimen otele vâsıl olduğumuzda bütün ajansların "Kar İstanbul'u kilitledi" feryadıyla karşılaşınca gülümsüyorum. Biz ne de olsa keçeyi sudan çıkardık sayılır!

Belki eni"konu gezinmemize müsaade etmedi; belki fettan yaşmağının ucundan lutfettiği küçük bir tebessümle hâtırımızı hoş etti ama biz yine de İstanbul'a aşk ve imanımızı tazeleyerek ayrıldık Dersaadet'ten.

Nice bayramlara İstanbul; nice bayramlara ey Arafat'ta "vakfe"ye duran Hacılarımız; nice bayramlara aziz okuyucular.