Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

İstanbullu yazarlar birkaç günden beri sızlanıp duruyor; çünkü İstanbul her yağmurdan sonra su koyveriyor. İstatistik rakamlarını bilmiyorum; ama galiba İstanbul dünya üzerinde en fazla sahil şeridine sahip şehirlerin başında geliyor. Yani İstanbul, denizle ülfeti aşk haline getirmiş bir belde; ülfetin aşka inkılab etmesi latif; ama İstanbul'un maruz kaldığı felaketlerin aşk ile izahı mümkün değil, "İstanbul'u şehevilik mahvediyor" dersek belki daha çok isabet etmiş oluruz. Altı cihetten denizle halkalanmış yedi tepeli bir şehirde sel sularının can alması; ancak şehvetin bulandırdığı kolektif bir zaafiyetin eseri olsa gerek.

Taşranın küçük saadetleriyle yetinen milyonlarca insandan biri olarak İstanbul'un haline bakıp halimize şükretmekle yetinemiyoruz; İstanbul'un iyi veya kötü ahvalinde cümlemizin hissesi var. İstanbul bir "dünya şehri", moda tabirle bir "metropol". Türkiye'de yaşayan her beş kişiden biri bu beldede barınıyor. İstanbul ölçeğinde kazanılan her başarıyı nasıl sahipleniyorsak, İstanbul'un "işletilmesi"nde yüz yüze gelinen her beceriksizlikte bizim de payımız var.

Sıhhati hayli su götürür bir tarife göre medeniyet, şehir hayatının kurulup işletilmesiyle yakından ilgili bir kavram. Batı dillerinde "civilisation" ile karşılanan kelime, "cite, city" (şehir), "civic" (şehre dair), "civil" (nazik, kibar) gibi anlamlarla yakın akrabalığı ile mana buluyor. İşin ilginç yanı lisanımızdaki medeniyet kavramı, Arapça "Et'temeddün" kelimesinden geliyor ve bu lafzın üçlü kökü "m, d, n", medine, yani şehir manasını da kaplıyor. Kısaca şehir halkının yaşayışını benimsemek ve şehirleşmek, medeniyetin başlıca anlamlarından birisi olarak kabul görüyor. Yukardaki paragrafta tırnak içinde vurguladığım şehrin "işletilmesi", bu çerçevede elbet medeni bir göstergedir. Bir şehri kurmak ve bu şehir içinde gündelik hayatı intizam ve ahenkle işletmek Eflatun'a göre büyük erdemlerden sayılıyor. İstanbul'u biz kurmadık; ama takriben beş buçuk asırdan beri biz "işletiyoruz". Bu beş buçuk asrın son elli senesi zarfında bu medeni performansı yüzümüze gözümüze bulaştırdığımız tartışılmaz bir hakikat. İstanbul bizim şehir yorumumuz; suçlu bulmak lazımsa bu vebal hepimizin boynunda asılı duruyor.

Bir gazetenin sel felaketinin ertesi günü çektiği manşet İstanbul'un kötü işletilmesinden duymamız gereken sorumsuzluğun nasıl vahşi ve zalim bir nükte ile yansıtılabildiğini göstermesi bakımından çok öğretici: "El Nino değil, El Tayyip" buyurmuş ser editör; nasıl olsa Refah bugünlerde günah tekesi muamelesine tabi tutuluyor ya, editör bey işaret parmağı ile sel rezaletinin sorumlusunu gösteriyor ve suçluyor.

Ben Tayyip Erdoğan'ın seçmeni değilim; ama ona mensup bulunduğu camia içinde çok farklı bir yer izafe ediyorum. Benim avukatlığıma ihtiyacı olmasa bile İstanbul için elinden gelen her hizmeti bir ibadet vecdiyle yerine getirdiğine samimiyetle inanıyorum. İstanbul'un şu son elli yıl içinde uğradığı katmerli ihanetler herkesin malumu iken faturanın Tayyip Erdoğan'a kesilmesi haksızlık. Yapılan iş sadece espri ise yerini bulmamıştır; kerih ve kabih bir nüktedir bu. Ciddiyet sadedinde yöneltilen bir suçlama ise aşikar bir haksızlıktır. Her iki ihtimal de "yakışıksız" duruyor.

Kronik enflasyonu nasıl "evcil bir sistem kedisi" haline getirip Güneydoğu meselesini neredeyse 15 yıldan beri çözümsüzlük yokuşuna sevk ettiysek, Kıbrıs meselesini çeyrek asırdan bu yana nasıl sürüncemede bırakıp, sosyal güvenlik sistemimizi nasıl iflas noktasına sürükledi isek, İstanbul da işte aynı gerekçelerle altı köşesinden "leb-i derya" olduğu halde yarım günlük yağmura teslim olmaktadır.

Yol döşemesinin ortasına tepesinden kazıkla çakılmış gibi duran o otomobilin feci görüntüsü, millet olarak hepimizin "bir şehri kurmak ve işletmek" erdeminden behresizliğimizi gösteriyor. Keşke yegane suçlu "El Tayyip" olsaydı! "Suçlu ayağa kalk" diye seslenildiğinde, korkudan dizbağı gevşeyenler dışında kim yerinde kalabilir ki?

"El Tayyip" değil arkadaş; "El insaf", isnafı bilir misiniz siz?

Son dakika notu: Bu yazıya koyduğum ilk başlık, "El Tayyip değil, el insaf!" idi. İsabetli bir tevafuk eseriyle basınımızda bu fikrin neredeyse aynı cümle ile iki gün içinde kerrat ile dile getirildiğini fark ettim. Başlığı "aklın yolu bir" düşüncesiyle ve gönül ferahlığıyla değiştiriyor ve aynı fikir selametine hemen her noktada erişmeyi temenni ediyorum.