Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Santoro, Danıştay, Dink ve Malatya cinayetlerinin ortak noktası şu: Kaatiller neredeyse kaçmaya bile teşebbüs etmiyor, kolayca yakalanıyor, yakalayan olmazsa gidip sanki karakola teslim olacakmış gibi bir hâl sergiliyorlar.

Bir nevi propaganda cinayeti. Burada bir gariplik var ve bu cür'etin ardındaki belirsizlik insanı korkutuyor. Zanlıların fotoğrafları ile eylemleri arasındaki müthiş tezat da ürkütüyor insanı; "masumiyet ile vahşet arasında demek o kadar fazla mesafe yokmuş" hissi, sizi ürpertmez mi?

Bir başka ortak nokta, yakalanan faillerin, en arkada duran azmettiricileri gizlemekte şaşılacak bir engel teşkil etmeleri, büyük resmin görülmesine mâni olmaları. Demek ki delil bolluğu da bir nevi kamuflaj tesiri yapabiliyor. En fenası ise, dışardan bakıldığında cinayetin trafik kazası gibi olağan, tabii ve sıradan bir hadise gibi görünmesi; "Türkiye'de bu gibi şeyler hep olur canım zaten" dedirten cinsten bir tabiilik. Biz bunu hak ettik mi; demek ki etmişiz!..

Her defasında aynı şey oluyor; her cinayetten sonra birileri çıkıp "işte eseriniz gurur duyun, siz azmettirdiniz" diye ötekileri suçluyor. Kışkırtıcı haber analizleri, yorumlar yapılıyor ve zihinler kirleniyor. Bana öyle geliyor ki, cinayetlerin planlayıcıları, olayın bu kadar zihin kirliliği yaratmadığını hissetseler, "bu ülke normalleşiyor galiba" deyip vazgeçecekler. Tartışma şehveti ve suçlama zevki ile cinayetleri yeşertip büyütüyoruz ister istemez. Aynı delikten iki kere yılan sokmasına uğramamak ferâsetse, bizim sıfatımız nedir?

Bunlar mesele değil; istesem şu an itibariyle basında yayınlanan ipuçlarından hareket ederek bütün siyasi görüşleri, dini eğilimleri, resmi kurumları, köşe yazarlarını, gazeteleri itham eden, üstelik mantık örgüsü güçlü örnekler verebilirim ve bu Türkiye'nin üstüne çöreklenen sis perdesini yoğunlaştırmaktan başka hiçbir şeye yaramaz, yaramıyor. Öyleyse abuk-subuk yorumlarla problemin bir parçası haline gelmekten kaçınmak gerekiyor.

O çok önemli noktayı ne küçümseyelim, ne de yok sayalım: Planlayıcılar, bolca ideolojik telkin, üç beş kuruş da para ile bu ülkede çok ucuza kullanabilecekleri tetikçi, infazcı bulmakta sıkıntı çekmiyorlar. Medya kültürü ve ideolojik sertlikler, bir cinayet işlemekte memleketi kurtaracağını zanneden örtük akıllı çocuk ve gençlerin yetişmesine müsait bir zemin hazırlıyor. "Kesin inançlı" yetiştiren odaklar iyi kontrol edilemiyor; bu konuda caydırıcı nitelikte bir toplumsal baskı oluşturamamışız. Hiç şüphe etmem ki gençlerimizin büyük çoğunluğu doğruyu eğriden ayıracak kadar şuur sahibidir; saatli bomba gibi nereye çarpacağı belli olmayanlar ise azlıktır. O gibi azlıklar ise izlenir, kontrol altında tutulur, bir şekilde caydırılır. Bu noktada istihbarat güçlerinin ve emniyetin, -en azından bu cinayette- önleyici nitelikte bir tedbire gitmediği fark edildi. Dink cinayetinde ortaya çıkan istihbarat zaafı, Malatya hadisesinde de tekrarlanıyor sanki.

İsviçre çakısı gibi çok maksada hizmet eden mükemmel (!) cinayetler bunlar. Bu bakımdan emniyetin istihbarat zaafı, hâliyle İçişleri Bakanlığı'nı ve hükümeti de ilgilendirmelidir. Hükümet bu gibi meselelerde "surda gedik açtırmamak" hesabıyla hareket ediyor; bu "kararlılık gösterisi"ni ben idari ve siyasi açıdan doğru bulmuyorum. Kararlılıkla inat arasındaki mesafe fazla değil; âkıl olmak lazım.

Bu seri cinayetler Türkiye'yi Batı dünyası önünde hacîl, beceriksiz ve tehlikeli bir mevkie düşürüyor; aydınları sokak ortasında arkasından vurup öldüren, mâsum misyonerleri besmelesiz kıtır kıtır kesen, hukukçularını kurşun yağmuruna tutan, farklı inançlara hayat hakkı tanımayan tekinsiz, güvensiz, yüksek riskli bir ülke.

Manzara bu mu gerçekten?