Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Dünya, Türkiye'deki gelişmeleri büyük bir dikkatle izliyormuş; bazı gazeteler dün bazı haberleri böyle başlıklarla verdiler. İzlerler tabii; sinema gibi memleket. Eski tabirle 24 kısımlık filim; her makarası ayrı bir heyecanla dolu Brezilya dizilerine döndük resmen: İntikam, entrika, kan, tehdit, iftira, kışkırtma, yalan, anlamazdan gelme, bönlük, saflık, kurnazlık, hile, ihanet tekmili birden mevcut. Her sabah taze bir başlangıç; her gün yeni atraksiyonlar, yeni ekşın sahneleri, dram, komedi, facia, hatta fabl! İzlemekle bitmeyen bir fanfar refakatinde hisseli harikalar kumpanyası.


Bu rezaletin en büyük sorumlusu basın. Basın, vaktinde "eğriye eğri" diyebilmek cesaretini gösteremedi; lâfı eğdi, büktü, dolandırdı ve oyun ortasında kural değiştirip, oyunbozanlık edenlere karşı etkili bir tavır almadı. Mahalle maçlarından hatırlarsınız, topun sahibi kafası bozulduğunda topunu kapıp gidiverir ya, öyle...

Hep öyle söylerler zaten; Türkiye'de işsizlik meselesi var, israf meselesi var, eğitim problemi var, şu var, bu var, bir de basın meselesi var!

Hakikaten öyle; tam da o günün ertesi -lüzûmundan fazla- merkezî medyamız "Nedir bu rezalet yahu!" manşeti çekebilse, koca ülke bugün sürüklendiği belirsizlik ve tehlikelerle dolu sel sularına kapılıp gitmeyecekti. Bu çok mühimdi!


"Sahi yahu, bunlar nasıl oldu da başımıza geldi" diye merak edenler çıkacaktır eninde sonunda. O gün hâlâ aklını başında taşıyabilenler filmi geriye saracak ve bu fecî vodvilin, Nisan 2007 ortalarında Türkiye'nin Anayasa gereğince cumhurbaşkanı seçmeye hazırlandığı esnada başladığını ibretle göreceklerdir.

Neticede Türkiye devlet başkanını seçemedi, daha doğrusu önceki üç devlet başkanının seçiminde uygulanan usul "demode" bulundu ve yeni kural ihdas edildi. Oysaki o gün, Meclis'te vekili bulunan iki küçük muhalefet partisi, yasama görevlerini yerine getirmek için Meclis'e gelmiş olsalar iş bitmiş olacaktı.

Olmadı, gelmediler; daha doğrusu önceleri gelmeye ama red oyu vermeye niyetlilerdi; sonra bir yerlerden telefonlar geldi; renkleri sarardı, morardı, ağardı ve alelacele kameraların karşısına koşup, "durum bildiğiniz gibi değil arkadaşlar, önümüzdeki 36 saat 36 yıla bedel" kabilinden laflar gevelediler.

O esnada telefonla kendilerine gelen bilgiye göre, 36 saat içinde hükümetin çekileceğini, yeni hükümeti ise kendilerinin kuracağını sanmaktaydılar. O da olmadı; bu defa, "birleşelim, güçleniriz; binin yarısı beşyüz, o da bizde var" dediler, o hesap da yattı. Bugün birer siyasi mevta halinde kameralar önünde "confession" âyinindeymiş gibi günah çıkarmakla meşguller.

Türkiye adım adım yönetilebilir olmaktan çıkıyor; siyaset artık şehit cenazeleri üzerinden yürütülen tehlikeli bir meşgale haline geldi. Ürkenler, ürkütenler birbirine karıştı. Hatta bazı gazeteci ve yazar taslakları, meslektaşlarının "duyarlı" bir kısım Türk halkı tarafından linç edilmesine davetiye çıkaracak raddede şuurunu kaybetmiş bulunuyor.

a, Türkiye'deki gelişmeleri dikkatle izliyormuş; izler tabii... 21. yüzyılda böyle "ekşın" başka hangi ülkede olur ki? Bedava sinema; alırsın bir külah patlamış mısır önüne, açarsın buz gibi bira kutusunu... Çağdaş dünyada böyle seyirlikler kalmadı artık çünkü!


Ha, bu curcunanın bir kavramı aydınlatmakta faydası olduğunu kabul etmeliyiz; efendim meğer bu çağdaşlık denilen şey, Türkiye'nin 1946'dan önceki tek partili hâli imiş. Geç oldu ama neticede öğrendik.

Yahu insan derdini daha önce söylemez miydi?