Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Sabih Bey epeydir ağır sayılabilecek yağlı, tuzlu, şekerli yiyeceklerden uzak durmaya dikkat ettiği için o akşamı da hafif geçiştirmiş, yatmadan önce Cumhuriyet gazetesinden rastgele seçtiği bir sayfayı (o gün şansına spor sayfası çıkmıştı) dikkatlice okuyup ezberine aldıktan sonra mutadı üzere soluna dönüp kolayca uykuya dalıvermişti.

Geceyi rahat geçirmemesi için görünürde hiçbir sebep yoktu ama...


Birdenbire, aslında hayra yorması lazım gelen çok güzel bir ortamın içinde buluvermişti kendini Sabih Bey; işe bakın; iki gün önce genel seçimler yapılmış, CHP % 7,5, DSP ise % 2,5 oranında oy almıştı. Buna rağmen Sabih Bey, "Hoyda bree... Cumhuriyet mevzubahis olunca sayıya bakılmaz, oyların özgül ağırlığına bakılır. Netekim bir laikin oyu, sıradan 75 vatandaşın oyuna bedeldir" şeklinde bir mübarek yorumda bulunduğu için Yüksek Seçim Kurulu, CHP'nin oylarını 75 katsayı ile çarpmış ve böylece CHP, o sabah oyların sadece % 7,5'unu alabilmesine rağmen Meclis'teki sandalyelerin 500'ünü ele geçirmişti. Sağ partilerin oyu ise eksi 140 ile çarpıldığı için hepisi birden halka karşı borçlu görünmekteydiler. Ne kutlu, ne mübarek, ne gönençli bir gündü. Bütün yurtta bayram oluyor, davullar döğülüyor, köy enstitüleri, halkevleri yeniden açılıyor, yavrukurtlar sokaklarda 10. Yıl Marşı haykırarak halka çiçek dağıtıyordu...

Sabih Bey ise Çankaya Köşkü'nün balkonuna attırdığı hasır iskemlesinde bu manzarayı yaşlı gözlerle seyretmekteydi. Rüyâ ile uyanıklık arasında, "Yahu benim burada ne işim var?" diye bir an aklından geçtiyse de hemencecik, "Abdullah Bey'in bıyıkları badem şeklinde olduğu için devlet başkanlığı düşmüş sayılır; yerine benim geçmem ise hem farz hem vâcibdir" şeklinde vermiş olduğu fetvâ üzerine seçime-meçime gerek kalmaksızın cumhurbaşkanlığına getirildiğini hatırlayarak bir kat daha gönençlenip sevinç gözyaşlarını kravatının ucuna çaktırmadan sildi.

Tam o esnada balkonun camlı kapısını tıklatan yaver, "Sayın Sabih başkanım, Deniz Bey teşrif etmiş, sizinle mühim bir mesele hakkında görüşmek istiyormuş." diye usulca fısıldadı. Sabih Bey hemen makamına geçerek Deniz Bey'i içeri aldırdı. Hoş-beş, selâm-kelam, felan-fıstık, tebrik-mebrik faslından sonra şekersiz ıhlamurlar içilip asıl meseleye geçildi. Deniz Bey biraz sıkıntılı mı görünüyordu ne?..

  • Sayın Sabih Başkanım, dedi, "Allah razı olsun; her defasında hukukun şapkasından yeni bir tavşan çıkarmayı başararak şu kara bahtlı partimizi, haşir gününden önce iktidara getirmiş bulunuyorsunuz. Minnetlerimizi ne kadar ifade etsek yine de borçlu kalırız. Siz bizim devlet başkanı olmaktan evvel velinimetimiz, mübarek bir büyüğümüz, âdeta inkılâpların yaşayan rûhu, bir nevi Cumhuriyet evliyasısınız..."

Sabih Bey, Deniz Bey'in meserretten pırıl pırıl parlayan şen çehresini seyrederken içinden de, "aman efendim estağfurullah... ne kıymeti var... görevimizi yaptık" yollu şeyler söylemeye hazırlanıyordu ama bakınız, o da neydi?..

Deniz Bey'in hormonsuz Antalya domatesini andıran pembe yanaklarında bir elem bulutu geçiyor gibiydi ve bakışlarının ışıltısı giderek azalıyordu. Sabih Bey, "Ne diyor bu adam, daha ne istiyor ki yahu?" diye içten içe sinirlenerek dinlemeye devam etti.

"Fakat sayın yeni devlet başkanım; ben asıl meseleyi, bu sabah gelininiz -elinizden öperler- kahvaltıda 'artık başbakan oldun Deniz, ülkeyi nasıl idare edeceksin, hiç düşündün mü?' diye sorduğunda fark ettim. Yalan söylüyorsam nah şu ekmek çarpsın, başımdan aşağı kaynar sular döküldü Sabih amca, yani affedersiniz devlet başkanım. Şimdi lütfen bana yeni bir yol gösteriniz. Ben şimdi ne yapacağım efendim?"

Sabih Bey içinden, "Böyle adamları hemen mi dövmeli, yoksa ıslatıp ertesi güne mi bırakmalı?" diye geçirerek uzun uzun Deniz Bey'e baktı ve dedi ki:

  • Ne demek istiyorsunuz Deniz Bey; ülkeyi nasıl yöneteceğinizi bilmiyor musunuz yani?

  • Şey efendim, tamam, o kadarını biliyorum; zaten arkadaşlar akşamları aramızda hep böyle şeyler konuşur, ah o günler bir gelse diye muhabbetini yapardık fakat efendim vaziyet bildiğimiz gibi değilmiş. Bir sürü dert, sıkıntı, mesele, pürüz... Üüüff... Az önce gelirken Önder Bey'le de konuştuk, biz bu işi üstlenmeyelim, yine kenarda durup paşa paşa muhalefette kalalım diyor!

Sabih Bey, kalın çerçeveli baga gözlüklerinin üstünden dik dik baktı Deniz Bey'e,

  • Ee, sen ne düşünüyorsun öyleyse?

  • Valla bilmem ki efendim, Önder Bey, kırk yılda bir doğru bir şey söyledi galiba, sizce de öyle değil mi?

  • Nasıl olur Deniz Bey, seçimi siz kazandınız; CHP'ye verilen her oya 75 katsayı uygulattım. 550 vekilin 500'ü sizde. Siz hükümet kurmazsanız, kim kurar?

  • Zeki Bey kursun efendim; onların da elli iskemlesi var Meclis'te...

  • Olur mu öyle şey Deniz Bey, elâlem ne der?

  • Valla ne derse desin Sabih Bey; ben bu yaştan sonra tatlı canımı sıkıntıya sokamam. Siz nasıl olsa bulursunuz bir yolunu.

  • Nasıl yani, ne biçim söz bu Deniz Bey, kendinize geliniz...

  • Yalan mı söylüyorum yani, sizin hakkınızda 21. yüzyılın en büyük sihirbazı, asrın Mandrakesi, şapkasından anayasa çıkaran adam demiyorlar mı? Diyorlar!

  • Öyle mi diyorlar; ama ben Cumhuriyet gazetesinde böyle bir şey okumadım ki!

  • Oo, uyanın da balığa gidelim efendim; neyse, asıl konumuz bu değil zaten. Konunun özüne geliyorum. Şimdi hazır eliniz değmişken bir içtihat daha geliştirirsiniz ve görevi DSP'li arkadaşlara çaktırmadan yıksak?

  • Nasıl olur, aklım karıştı benim?

  • Mesela dersiniz ki, iki Kemalist parti beraber seçim kazanırsa bu durumda çokluğa değil, azlığa bakılarak hükümeti kurma görevi verilir. Bu kadar basit.

  • Ama adamlar hepi-topu elli kişi yahu?

  • Olsun, biz dışardan destekleriz onları.

Yahu Deniz delirdin mi, hayır efendim, yapamam ben öyle şey; saçmalamanın bir hududu var canım, yook, olmaz öyle şeey, olmaaaazzz...


Sabih bey terler içinde uyanıp başucu lambasını yaktı. Tanyerinde ince bir beyazlık sökün ediyordu ve uzaklarda sabah ezanları okunmaktaydı. Sabih Bey yarım bardak suyu içtikten sonra, "Çok şükür sadece kötü bir rüya imiş" diye söylendi; yeniden soluna döndü ve yeni bir uykuya daldı.