Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Ekmek Teknesi ve Avrupa Yakası’ndan sonra dizi seyretmedim desem yalan olmaz. Bunları söylerken entelektüel bir züppelik taslıyor, sözü “Dizi seyredeceğime vaktimi daha iyi değerlendirir, felsefeyle, şiirle, fikir eserleriyle ilgilenmeyi tercih ederim” demeye getiriyor değilim.

Dizi seyredenleri küçümsemiyorum; “Dizilerde aradığımı bulamıyorum” demek daha doğru.

“Tek Türkiye” dizisini de bu cümleden olarak hiç seyretmedim; hatta bu diziyle ilgili olarak, “Kürtleri hoyrat gösteriyor; töhmet altında bırakıyor” cinsinden hayli dostâne eleştiri duyduğumu ifade edebilirim. Televizyon dizilerinde politik mesaj veya fikir verilmesini de pek doğru bulduğum da söylenemez. Ne var ki, diğerleri gibi Tek Türkiye de bir belgesel yapım değil, bir fikir eseri, daha doğrusu ilhamını Türkiye gerçeklerine yaslayan bir hikâye. Adı üstünde bir senaryo. Buradan hareketle dizinin yapımcısı, senaryo yazarı hatta grafikeri hakkında “Egemenliği ele geçirmek için silahlı terör örgütü kurmak” iddiasında bulunmak son derece saçma ve gülünç. En basit ve sıradan mantık şöyle işler: “Eğer bu diziyle birilerine suç ithamında bulunmak mümkün ise, bütün diziler hakkında buna benzer davalar açılmalıdır!”

_Tek Türkiye_


Son birkaç yıldır ülkemizde kadın cinayetleri adı verilen yeni bir suç türü yükselmeye, daha doğrusu dikkat çekmeye başladı. Medyada kadınlara yönelik şiddet ve cinayetleri eleştiren etkili yayınlar görüyoruz ama bugüne kadar hiçbir medya çalışanı, kadınlara yönelik şiddetle televizyon dizileri arasında anlamlı bir bağ kurmayı akledemedi.

Tabii ben hariç!

Şimdi sâkin ve tarafsız bir şekilde şimdiye kadar seyrettiğiniz ve seyretmekte olduğunuz yerli dizileri gözden geçirerek bu yapımlarda en çok hangi sahnelerin tekrarlandığını hatırlamaya çalışınız...

Ekranda gerilim yüklü bir sahne görüyorum. İki kişi veya daha fazlası tartışıyor. Sözler yeterince ısırıcı, kesici ve delici gelmediğinde taraflardan biri ceketini koluyla arkaya doğru atıp belinden pırıl pırıl, koskocaman bir tabanca çıkarıp iki eliyle tutarak rakibine doğrultuyor,

-Kafana sıkayım mı ha, sıkayım mı, ister misin? diye tehdide başlıyor.

Bu klişe saygıdeğer dizi izleyicilerimizin çok sevdiği ve onayladığı bir davranış biçimini yansıtıyor olmalı ki, dizi yazarları delirmiş gibi bu silah çekme, rakibinin ağzına sokma, ensesine dayama, onu yalvarttırıp diz çöktürme veya etkisiz hale getirme sahnelerini suyunu çıkarıncaya kadar tekrar ediyorlar.

Birinci mahzur şurada: Bu dizilerde silâh, sanki insanların gündelik hayatı içinde vazgeçilmez bir yere sahipmiş gibi sıradan eşya gibi harcıâlem bir masumluk kazanıyor; bir cüzdan veya anahtarlık veya cep telefonu gibi herkesin (ama genellikle sert ve güçlü görünmek isteyen erkeklerin!) belinde bir silâh taşıması olağanlaşıyor.

Gözümüz silaha alışıyor, alıştırılıyor; silah görünce yadırgamıyoruz artık çünkü dizilerle artık o evimizin içindedir ve günde en az birkaç defa insanların birbirine silâh çekip gözlerini belerterek “kafana sıkayım mı?” diye tıslamasını tabii karşılamaya başlıyoruz.

Yetişkinleri boşverelim haydi, bir delikanlı, hatta bir genç kız etkilenmez mi bu silah güzellemesinden?

Film ve dizilerde müstehcen lâflar edilmesini RTÜK yasaklıyor, iyi de ediyor; kezâ içki şişeleri, kadeh, sigara, pipo, nargile gibi ‘mükeyyifat’ vasıtaları buzlanıyor; müstehcen sahneler kırpılıyor; biraz abartıya kaçmakla birlikte son derece isâbetli buluyor, destekliyorum fakat öte yanda silah teşhiri, patlayan silahlar, vurulma, öldürülme, haddini bildirme, tahrip etme, intikam alma, birilerini tehdit ederek yıldırma gibi şiddet unsurlarına karşı bir filtre uygulanmıyor; filmlerin başına konulan “Şiddet ve korku sahneleri ihtiva eder, aman gözünüzü seviyim dikkat ediniz” ikazlarının ise hiçbir işe yaramadığını, sadece yasak savmaya yaradığını düşünüyorum.

Düşünün bir, siyah-beyaz Yeşilçam klasiklerine veya Cüneyt Arkın abimizin Battal Gazi türünden vurdulu-kırdılı filmlerinin başına bile bu ikaz konuluyor; siz olsanız ciddiye alır mısınız?

İşte o yüzden düşünüyorum ki, toplumumuzda genellikle erkeklere mahsus, erkekliğin devamı ve tamamlayıcısı niteliğindeki bir eşya gibi algılanan silah unsurunun film ve dizilerde tadını kaçıracak derecede teşhir edilmesi ve kullanılması ile kadınlara yönelik erkek şiddeti arasında mânidar bir bağ vardır.

Aynen maçoluğun, Türk erkek tipinin inkâr edilemez bir karakter unsuru olduğu gibi.

“Erkek adam”ın gücü yetmediğinde karşısındakini iknâ için borç-harç bir yerlerden tedarik edip pantolon kemerine yerleştirdiği silahı çekmesinden daha tabii ne olabilir ki? Elbette tabancasını çekecek ve kendisini üzen her kim ise, başta eşi, kardeşi, komşusu veya trafikte davranışını beğenmediği bir başka sürücü, artık kime denk gelirse onu korkutup caydıracak ve üstünlüğünü ilan edecektir.

Çünkü onun silahtan başka karşısındaki üzerinde üstünlük kurabileceği bir başka meziyeti yoktur. Orman kanunlarının egemen olduğu bir toplum ikliminde silâh yavaş yavaş gündelik hayatın rutini haline gelmeye başlıyor; yaşadığımız budur...

Trafik tartışmalarında ne kadar çok silah çekildiğinin hesabı yapılmış mıdır bilmiyorum. Benim bildiğim aklı başında insanların birbirlerine, “Trafikte kimseyle dalaşma; sabret; sen haklısın, ben haksızım de, çalıyı dolaş hayatını kurtar” diye telkinde bulunduğudur; buna mukabil yerli ve özbeöz milli kültürümüzün bir yerlerinde şöyle bir değer hükmünün yaşatıldığını da biliyorum, “Benim anam ağlayacağına başkasının anası ağlasın!”

Bu değer hükmünün ne kadar ağır bir anlam taşıdığını ve birlikte yaşama kültürünü nasıl zehirlediğini düşünebiliyor musunuz?

Lâfı uzatmanın mânâsı yok!

Filmlerde ve TV dizilerinde silah teşhirinin şiddetli ve abartılı bir titizlikle kısıtlanmasını, denetlenmesini teklif ediyorum. Âcilen!

Devletin verdiği silah ruhsatlarının derhal ve süratle gözden geçirilerek, gerçekten hayatî bir önem arzetmeyen izinlerin hemen kaldırılmasını talep ediyorum; kanaatime göre silah ruhsatlarının yüzde 80 oranında fuzulî bir gerekçeye dayandığı kanaatindeyim.

Çarşıda leblebi gibi satılan ve matah bir şeymiş gibi vitrinlerde sergilenip, henüz kendi aklını yönetemeyen sabî-sıbyanın kolayca satın alabileceği taklit silahların yasaklanmasını savunuyorum ve meseleyi abartı noktasına götürerek polisin bile meskûn mahalde belinde silah taşımasına karşı çıkıyorum.

Evet, sigara, pipo ve Yeni rakı şişesi gibi ateşli silahlar da (kovboy filmleri hariç) ekranlarda buzlatılmalıdır.

Bu arada mecliste vekillere verilen silah ruhsatlarının da iptal edilmesini, tabanca taşıma imtiyazı ile yasama görevi arasında doğrudan bir bağlantı olmadığını ileri sürüyorum.

İleri mi gidiyorum; bence az bile!