Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

-Hocam, epeydir görüşemedik; bu arada sorular birikti. Ali Bulaç’ın âdeti üzere size üç tane on puanlık sualim var. En tâze olanından başlayayım: Danıştay’daki “edep kavgası”nı kısaca nasıl yorumlarsınız?

-Ali Bulaç duymasın Çekirge, bu durumu üç değil iki açıdan değerlendirmek doğru olur: İlki, BB Başkanı Feyzioğlu’nun konuşmayı uzun tutmasıdır. Bir saatlik ders bile olmaz Çekirge; 15 dakikadan sonra dikkat düşer, esnemeler başlar, insanların sabrını ve nezaketini zorlamamak gerekirdi. Bir saat konuşmak sözün tesirini düşürür. Feyzioğlu’nun taktik hatası var burada. Sâniyen Başbakan’a -neredeyse bilerek diyesim geliyor- seçmen nazarında en çok sempati kazandıran yeni bir “Bir daha da gelmem Davos’a” vesilesi verdi; o da kurt siyasetçi tabii, iyi pası gole çevirdi. Seçmenini, karşı düşmanlık üzerinden diri tutan bir lidere bu pas atılmadan iki kere düşünülmeliydi. Ee, mikrofon tutkusu diye bir şey var: Feyzioğlu, gençliğinden gelen bir taktik hatâ ile 20 dakikaya pekâlâ sığabilecek etkili bir konuşma şansını iyi kullanamadı ve usûlden kaybetti. Edep tartışması esasa girer ki bu hususta büyüklerimizin güzel bir sözünü hatırladım; derler ki: “Birbirinden yüzü kara yavrularım!”

-Ne demek yani, kimin yüzü kimden kara oluyor?

-Edep kavramının ekseni kalmadı ki Çekirge, milletvekillerinin seçim bölgelerinde paralelci fişlemesiyle görevlendirilmesini al meselâ; eğer doğruysa vekiller, vekâlet sahibini mimleyip İçişleri’ne ihbar edecekmiş. Bunun yanında ağız dalaşının lâfı bile olmaz!

-İkinci soru şöyle hocam: Öcalan’ın siyasi misyonunu henüz sindirememişken onun bir de, sanki bir İslâm mütefekkiri ağzıyla “Demokratik İslâm” kongresi toplaması ve açılışa mesaj göndermesini nasıl değerlendireceğiz?

-“Sebepler bilinirse şaşkınlık zail olur” diye bir söz duymuştum. Gönderdiği bildiriyi okudum. Takdir mânâsında söylemiyorum fakat önemli tesbit ve tekliflerde bulunuyor. Bir defa kongreye verdiği isim mânidar. Elbette bütün İslâm âlemine çekidüzen verecek yeni fikirler peşinde değil Öcalan. Onun derdi, “Çözüm” sonrasının demokratik özerklik uygulamasında, Öcalan’ın fikrine itibar edenlerin İslâm’ı nasıl anlamaları gerektiğine dair ipuçları vermek. Meselâ bizdeki Diyanet uygulamasını “iğdiş edilmiş” diye nitelemesi, hemen ardından “İslamî toplum diye bir olgu varsa İslâm’ın dindarı da ateisti de olmaz” tesbiti ve nihayet “Ümmetin birliği anlamlı ama tek devlet, tek millet, tek bayrak zırvalıktır” nitelemesinin altı çizilmeli. “Çözüm” sonrası bölge ahalisini nelerin beklediğine dair ilginç sinyaller bunlar. Sanki çözümün esasında mutabakat sağlanmış da orta büyüklükte meselelere sıra gelmiş gibi bir fikre kapıldım.

-Ve bir de Suriyeli mültecilerin hâli, artık günlük hayatın bir parçası haline gelmeye başladı; hocam, bu bîgünah insanlar bize ne kötülük ettiler ki, yurtlarından edip bir dilim ekmeğe muhtac edip, kapımızda dilendirecek hâle getirdik? Çok kötü hikâyeler, fecî insanlık dramlarına dair şeyler anlatılıyor; dillendirilmesi bile yürek yakan şeyler...

-Ah Çekirge, tesbitinde yerden göğe haklısın. Yardım kuruluşları nasıl olsa çalışıyor diye vicdanımızın o kısmını körleştirdik. Önceleri Gaziantep’te, Hatay’da gözden ve gönülden ırak tutup “gazete haberi” mesafesinde olağanlaştırdığımız dramlar artık her yerde diken gibi varlığını duyuruyor. Çarşıda pazarda hep onlar. Belki bir yıl önce dilenmeyi akıllarından geçirmezken, ev-bark, düzen ve iş sahibi insanlar, sabî-sıbyan perişan. Bu dramda vebalimiz var Çekirge, onlara şehrin sıradan dilencileri nazarıyla bakamayız. Zavallılar, bizim iflâs etmiş Suriye politikamızın vicdan azâbı gibi yüzümüze acıyla bakıp avuç açıyorlar. İaşe ve ibâteleri için hükûmet, elhak çok gayret gösteriyor ama çâre olmuyor demek ki! İşler bu raddeye nasıl geldi? Ankara’da Suriyelilere yönelen nefret, sebebi her ne ise yüz kızartıcıydı. Kâğıt üstünde hakperest, misafirperver, mazluma ve düşküne kucak açma gibi yüksek bir değerin dış siyasetin kaldırımına düşmüş haline yürek dayanmıyor çekirge; bu vebâlin sahibine Allah acısın!