Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Epeydir kitapçı dükkânlarına uğradığım yok demek ki; geçenlerde yolum düştü, "şöyle yarım saat kadar raflarda kitaplara göz gezdireyim" dedim.Bir gariplik var fakat tam çıkaramıyorum.Vitrin öyle, içerde sergilenen kitaplar da öyle; on kitaptan sekizi tarihe dair...

Tarih, tarih, tarih...

İsim vermeyeceğim; yolu herhangi bir kitapçı dükkânına düşenler durumu biliyor zaten.

Tezgâhtar arkadaşa dedim ki, "Bu yeni bir cereyan mıdır; her tarafta tarihle ilgili kitaplar görüyorum; ne zaman yazıldı bunlar, ne zaman basıldı? Hayrettir; satıyor mu bari?"

Tezgâhtar, "Bu uzaylı hangi gezegenden gelmiş olabilir acaba?" bakışıyla şöyle bir süzdükten sonra, "Sizin pek piyasadan haberiniz yok anlaşılan" dedi, "Tarih kitapları furyası şu günlerde dinmiş sayılır; bundan önce leblebi gibi tarih kitabı sattık; sabah açtığımız koliler öğleye tükeniveriyordu!"

"Artık satılmıyor mu?"

"Gidiyor ama, eskisi gibi değil; biraz hafifledi satışlar"

Bazı kitaplara bakıyorum; üzerinde otuz-kırk, hatta altmış, yetmiş bin basıldığını gösteren etiketler var; ne kadar sevindirici. Okuma özürlüsü saydığımız necib Türk milletinin ansızın ilhâma uğrayarak okumaya başlamasına mı sevinsem, yoksa okumaya tarih kitaplarından başlamasına mı?

Televizyonlarda da tarih konulu tartışmalar eni konu seyirci toplamaya başlamış; hatta bu gibi tartışmaların tuttuğunu gören bazı kanallar, tartışmaları dizi, tefrika haline getirmişler. Her hafta belli bir saatte ekran karşısına geçiliyor, pehlivan tefrikasına kaldığı yerden devam ediliyor:

12 Adaları nasıl kaybettik?

Filan tarihte feşmekân ton altınla batan geminin esrârı.

Vahdettin kahraman mıydı, hain mi?

Musul petrolleri yerine nasıl avucumuzu yalamıştık?

Boğazlar meselesi ve Montrö anlaşmasının bilinmeyen ayrıntıları...

Çevreme soruyor, soruşturuyorum; evet, gece yarılarına kadar halkalanmış gözlerle ekran başına mıhlanıp sabahlayanlar oluyormuş.

...

Bu işte bir bit yeniği var ama nedir çözemedim.

Sebebi şu; necib milletimiz bir yandan cayır cayır tarih konulu kitaplar almakta, öte yandan sabahlara kadar uykudan feragat edip tarih atışmaları dinlemekte.

Nedir, n'oluyoruz?

Öteden beri hep dalga geçip durduğumuz o meşhur Anadolu Aydınlanması mı başlıyor nedir; yeni bir Rönesans hareketi mi?

...

Rönesans deyince aklıma bakınız ne geldi: Seksenli yılların sonu muydu, tam çıkaramıyorum; bizim necib matbuatımız o zaman müthiş bir promosyon kavgasına tutuşmuştu. Gazete alıyorsunuz, satıcı yanında bir paket arpa şehriye veriyor, bir gazete daha alıyorsunuz, ek olarak tava tutuşturuyorlar...

İşte o günlerde gazetenin biri Ansiklopedi vermeye başladı. Bir ay kupon biriktiriyorsunuz, yanılmıyorsam ay sonunda iki cilt birden teslim alıyorsunuz. Müthiş bir kampanya; Sabah, Hürriyet gibi gazetelerin tirajı milyonu geçmişti o zamanlar. Halkımız akın akın gazetecilere koşuyor, kamyonlar dolusu ansiklopedi evlere dağıtılıyordu.

Artık ansiklopedisi olmayan ev kalmamıştı. Her ev, mütevazı da olsa azınsanmayacak ölçüde bir bilgi hazinesine sahipti...

Ben o zamanlar zannetmiştim ki, halkımız bu ansiklopedileri vitrinlerin boş raflarına sırasıyla dizip üzerlerine dantel örtü örter fakat bir süre sonra dayanamayıp, "yahu şuna bir sürü emek verdik, kupon kestik, ahlaya-poflaya eve taşıdık, ne varmış bakalım bunların içinde" diyerek ucundan-kenarından okumaya başlayacak, derken bilgi edinmenin zevkini tadıp işi ciddiye bindirecek...

Sahi ne oldu o ansiklopedilere?

Orada hâlâ duruyorlar değil mi?

"Yoo o kadar da değil; çocukların ödevleri için bayağı işe yaradı" diyorsunuz; mümkündür; başka?..

Pekâlâ, birbirimizin açığını bulup ortaya dökmenin âlemi yok; tamam, henüz doğru dürüst istifade etmeye vakit veya vesile bulamamışızdır ama her kitap ille de hemen başına çöreklenip harıl, harıl okuyup bitirmek için alınmaz ki; okumaya çok düşkün olanların bile kütüphanelerinde henüz vakit bulup okuyamadıkları veya "gerekirse okurum; şimdilik bulunsun" düşüncesiyle edindikleri pek çok kitap vardır.

Ansiklopedi de zaten roman gibi okunur bir nesne değildir...

Ama tarih kitapları için böyle bir mazeretimiz yok; zaten "tarih kitabı" deyince öyle ağırbaşlı, zor okunur cinsten hacimli, felsefi kitapları kasdetmediğimizi biliyoruz. Leblebi, fıstık gibi kolay okunur şeyler bunlar neticede...

Demeye getiriyorum ki, acaba Türk okuyucusunun bu tarih merakı, acaba bir süre sonra Türkiye'de bir tarih rönesansına, tarih bilimine dayalı bir aydınlanma hareketine yol açar mı, yoksa, "Tarih konulu kitaplar iyi satıyormuş; ben de bir şeyler çiziktirip furyadan nasibimi alayım" düşüncesiyle alelacele tarihçiliğe soyunan yazar takımının eserleri, "Battal Gazi'nin intikamı", "Kara Murat, Bizanslı Kahpe Polemon'a karşı" gibi köpüklü isimlere üretilmiş tarihi edebiyatımıza karışarak unutulup gider mi?

Tarih ki, diğer bütün ilimlerin anası ve babası kıymetinde mübârek bir disiplindir; dileriz ki tarihe duyulan bu ilgi mevsimlik çiçekler gibi kısa ömürlü olmaz. Köpük tadı ve kıvamında kaleme alınmış hafif tarih dedikodularından daha olgun ve dolgun eserlere geçerek, zihnimizi zenginleştirebilir, merakımızı artırabiliriz.

Bakarsınız, her aktüel hadiseden sonra, "Aa, Osmanlılarda da buna benzer böyle böyle bir hadise olmuştu" diye kışkırtıcı bir bahane ile kaleme sarılan tarihçi-gazeteci takımı, hayırlı bir uyanışa vesile olur. Belki bu defa, dedikodu içgüdümüzü değil de, entelektüel seviyede "biz nereden geldik, nasıl yaşadık, başımızdan neler geçti?" merakı içimizde kök tutar, hayat bulur.

İyimser olmamak için bir sebep yok.

Tarihin dedikodusu bile güzeldir çünkü.