Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Amerikalı gazeteci Nick Ludington'un Radikal gazetesinde yayınlanan görüşü ile başlayan "kaliteli gazete" tartışması münasebetiyle Türkiye'nin mühim zihnî problemlerinden birinin de basın hayatımız olduğunu yeniden hatırladık; hatırlamamak ne mümkün dediğinizi duyar gibi oluyorum. Herhangi bir sebepten ötürü sekiz"on gün gazeteden televizyondan uzak duranlar, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaklardır.

Önceki gün ABD'de yaşayan bir dostumla sohbet ediyorduk, "Uydudan Türk televizyonlarını izlemek insanı hasta ediyor; cinayet, kapkaç, soygun, tinerci haberlerinden gına geldi. Vatandan uzakta bu gibi haberlerin saldırısına uğramak değerlendirme hatalarına yol açıyor ama Türkiye'ye döndüğümde, normal hayatın akıp gittiğini görüp rahatlıyorum" diye yakındı. Manşetlik haber bulmak ve seyirci toplamak sıkıntısı yüzünden aklı başında gazeteciler bile birer medya maymunu haline geldi. "Ciddi yayın yapmak izleyici tarafından ödüllendirilmiyor" bahanesine sığınıyorlar ama beyaz zehir piyasasını canlı tutmak için mafya patronlarının okul önlerinde seyyar tezgâh açtırmasına benzer bir şekilde seyirciyi bu üslûba alıştıran yine aynı insanlardır.

Nick Ludington değerlendirmesinde Zaman'ı "ciddiyet sergileyen üç gazete" arasında zikrediyor. 70'li yıllardan beri Türkiye'de bulunduğu, gayet iyi Türkçe bildiği hatta doktora seviyesinde Osmanlı"Türk tarihi hakkında araştırma yaptığı belirtilen Ludington'un Zaman'ı "İslâmcı" diyen nitelemesi ve daha ileriye giderek Zaman'ın "siyasal İslâm"ı temsil ettiğini savunması garibime gitti; bizde batılı okur"yazar takımının "ciddi adamlar" olduğuna dair bir efsânevi kanaat vardır; "nasıl olur da böyle bir değerlendirme hatası yapabilir" diye düşünürken fark ettim ki adamcağız gazetelerin kullandığı o alelâde, "dinci, İslâmcı vb." gibi klişe sıfatları tekrarlamaktan başka bir şey yapmıyor. Bu gazete adına fikir beyan etmek daha ziyade genel yayın müdürüne yakışır ama kendimce şu gerçeğin altını çizmeye mecburum: Zaman gazetesi "siyasal İslâm" denilen fikir akımına karşı hep, en tutarlı eleştiri tavrını takınmış gazete idi; hâlâ öyledir. Demek ki adamın ne İslâm'dan haberi var, ne de siyasi İslâmcılıktan. Yıllardan beri Cumhuriyet'te ne okudu ise Türkiye'yi o kavramlarla tanımış!

Uzağa gitmeye ne hacet, Ludington'un kaliteli gazeteler arasında saymadığı gazetelerden birinin dünkü nüshasında yaşlı bir yazar, hükümet tarafından YÖK üyeliğine atanan bir öğretim üyesi hakkında bakınız neler yazıyor: "...geçen dönemde dinci faaliyetleri nedeniyle Cumhurbaşkanı Demirel'in isteği üzerine, YÖK Başkanı tarafından istifaya davet edilmiş, görevden bu şekilde ayrılmıştı. Hükümet üniversite ile ilgili ne gibi niyetler besliyor? Anlamak istemeyenlere yeni bir mesaj daha işte..." Belli ki yazar yeni YÖK üyesini karalamak niyetindedir ve bu niyetini "irticai" kelimesiyle izhar ediyor ama bu kavram, gazetenin internet nüshasında her nedense "irticai" kelimesiyle değiştirilmiş. Kanunun suç saydığı bir eylem işlemişse zaten atanması teklif edilemez. Yazarın yaptığı şey düpedüz çamur atmak ve Türkiye'de ne kadar çok insan, bu gibi itinasız ve gayz dolu suçlamalar yüzünden itilip kakılmaktadır! Ayıp diye bir şey var ama, bu gibi jurnalci zavallılar için ayıbın anlamı kalmamış ne yazık ki.

Dinci! Nasıl bir kavram bu? Yazar, YÖK'e atanmasını istemediği öğretim üyesine "dinci" diyor; demek ki kendisinin bu sıfatla anılmasından hoşnutluk duymayacaktır. Ne denir o zaman; "dinci olmayan" mânâsız, "dinsiz" kimseyi alâkadar etmez; "dinden nefret eden"; mümkün ve muhtemel. Belki kısaca ayyaş deyip geçmek en doğrusu ama evvela kendi nefsine zulmetmekten gayrı kimseye zararı dokunmayan bütün ayyaşlardan özür dileyerek!

Böyledir, iftira atanın makbul, iftiraya uğrayanın ise mâsumluğunu isbat ile mükellef bulunduğu bir cangıldır Türk basını; mahkeme kanalıyla gelmiş düzeltme ve cevap metinlerini bile kuşa çevirip iç sayfaların eteklerine atarlar.

"Bunlar küçük şeyler, basının tamamını nitelemez" deyip geçme lüksümüz yok; Türkiye'de basının çok esaslı bir tarzda "evrensel basın ahlâkı" denilen prensipler doğrultusunda aklını başını almasına ihtiyacı var zira basın, her saat başı Türk toplumunu gerçeklerle yüz yüze getirmekle görevli bir sektörü temsil ediyor; yapılan işin felsefî boyutu ıskanalanamaz; bizim basınımız, kendi toplumunun (veya müşterilerinin), gerçeklik duygusunu bozuyor. Bu haliyle Türk basını, dış borçlarımız kadar önemli ve endişe verici bir problem alanıdır.