Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Kürt meselesinin çözümü için hayli mesafe alındı; çözüm sürecinde kamuoyu iyimser bir beklentiye girdi. Şimdi bütün beklentimiz PKK-BDP çizgisinin “silah tehdidine dayalı siyaset” üslûbundan vazgeçerek meşrû siyaset düzleminde sistemin bir parçası haline gelmesi.

Beklenti büyük; buna mukabil PKK-BDP çizgisinin silahsız siyasete geçmeyi kabul edeceği hakkındaki karamsarlık giderek yoğunlaşıyor. “Bir an evvel çözümün ikinci safhasındaki iyileştirmelere geçilmezse çok fena şeyler olur” şeklinde özetlenebilecek tehditler, yıldırma taktikleri neredeyse günaşırı denebilecek bir sıklıkta toplumun sinir uçlarına yöneltiliyor.

Karakol yapılmasını engellemek maksadıyla BDP’nin organizasyonunda gösteriler yapan topluluklar ortamı geriyor. Kandil’den birbiri ardına tehdit mesajları savruluyor; ölçüsüz beyanlar havada uçuşuyor. Öcalan, mahkûm sıfatıyla tutulduğu hapishaneden direktifler yağdırıyor; geçen hafta gündeme düşen, “Apo, İmralı’da basın toplantısı yapmak istiyor” haberi sinirleri iyice gerdi. Büyük bir ümit ve iyiniyetle çözümün gerçekleşmesini bekleyen kamuoyu tedirgin.

Dağdaki silahlı unsurların Türkiye’yi terkedecekleri yolundaki vaad, şark kurnazlığını hatırlatan bir hile ile yerine getirilmedi. Militan gücünü koruduğu âşikâr olan PKK-BDP siyasetçileri, devleti ve hükümeti bir an evvel taviz vermeye zorlamak için toplumun sinir uçlarını fiskeleyerek baskı politikası uyguluyorlar.

Zor günler geçiriyoruz, yine dar zamanlardayız; Suriye’deki durum, hükümetin beklentileri yönünde gelişmedi. Doğudan batıya bütün Suriye sınırını kaplayan bir alanda kontrolü ele geçiren silahlı PYD unsurları sınır güvenliğini tehdit ediyor. Diğer taraftan “Gezi” adıyla başlayan fakat yurt çapında küçük çaplı ayaklanma denemelerine dönüşme eğilimi gösteren politik protestolar kesilmedi, devam ediyor. Cumhuriyet’in payitahtı Ankara’da politik gösteriler, pek mânidar bir tempo ile sürüp gitmekte. Ağustos ortalarında yeni bir fitne ve ayaklanma dalgalanmasının başlayacağı yolundaki dedikodular kulaktan kulağa geziyor.

Seçimler artık kapıda sayılır ve dünya sisteminden kaynaklanan yeni bir ekonomik sıkıntının öncü dalgaları, nisbeten istikrarını koruyan ekonomik dengelerimizi tehdit ediyor. Bütün bunlara ilâveten dış siyasette Türkiye’nin yine bir yalnızlık dönemine girdiğini gösteren belirtiler artmakta.

Mısır’daki darbe konusunda haklı ve tutarlı bir tavırda ısrar eden Türkiye’yi dünya kamuoyu tek başına bıraktı.

Tablo endişe verici, birkaç yıl önceki iyimserliğimiz ne yazık ki buharlaşıp kayboldu. Girdiğimiz tehlikeli berzahta güçlü ülkelerin ve bölge aktörlerinin desteğini yanıbaşımızda hissedememek kötü bir duygu.

Bu olumsuz manzara içinde iyimserliğimizi koruyabilmek için güvenebileceğimiz tek husus, önümüzdeki genel seçimlerden yine istikrarlı bir hükûmetin çıkabileceği yolundaki işaretlerdir. Bugünkü şartlar itibariyle en azından mecliste tek başına çoğunluğu kazanmış bir hükûmet, elbette parçalı bir koalisyondan daha tercihe şâyân bir durum.

Bir şartla: Meclisdeki sandalyelerin tamamını kazanmış bile olsa bir hükûmetin gücünü belirleyen en önemli unsur, onun problem çözebilmekteki dirâyet ve basiretidir netice itibariyle. Muhalefet partilerinin siyasi fetânet ve marifetini –ne yazık ki- hiç hesaba katmayarak sadece hükümet partisinden fazilet beklemek durumundayız. Yakın geleceği mümkün mertebe tahmine çalışırken bütün varını-yoğunu favori ata yatıran bir yarışseverin haline benziyor hâlimiz; oysa ki demokrasilerde partilerin ve liderlerin üstünde sistemin problem çözücülüğüne güven duyabilmek de çok önemlidir. Weber’in tasnifinde olduğu gibi problemlerimizin çözümünün ancak “Karizmatik” bir lidere bağlı olduğunu farketmek tatsız bir duygu.

Her tehlikeli berzahtan ancak yeni bir Atatürk’ün liderliğiyle çıkabilmeyi ummak, siyasi sistemimizin vaktinde ve dürüst seçim yapabilmekle birlikte henüz erginleşmediğini hatırlatıyor. Sıkıntılarımızı yeni Atatürklerle değil, seçimle gelen ve halkının talepleri yönünde katılımcı bir çizgi izleyen demokratik lider ve sistemle aşmayı öğrenmeliyiz.

Weber’in liderlik tasnifindeki en tercih edilebilir tip “Demokratik” önderliktir ve içimizden bu nitelikleri haiz yeni siyasi liderler çıkaramamış olmamızı bir kenara kaydedelim. Durum şöyledir: Hâlâ o karizmatik liderin firâset ve basiretine mahkûmuz.