Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Güzel sözler hayatımızda nasıl bir yer tutuyor; ne ifade ediyor?

Güzel söz deyince akla ne gelmeli? Kelâm-ı kibar, atasözü, vecize, hikmet veya düstûr... Elbette bunlardan önce Müslümanlar için âyet ve hadîs var; âyet ve hadisin öncekilerden farkı, haklarında sıradan bir söz gibi değerlendirme yapma imkânımızın olmayışı. Âyet ve sahih hadis, inananlar için bağlayıcıdır ve çok yüksek derecede güvenilir hükümlerdir.

Vecize veya atasözü öyle değil ama. Niçin; çünkü çoğu defa o sözü kimin, hangi şartlar altında veya tam olarak neyi kasdederek söylediğini bilemeyebiliriz; ayrıca doğruluğu veya yanlışlığı hakkında bir güvenilirlik garantisi de yoktur. Onun doğruluğu, kullananın kefaleti altındadır. Meselâ, sırf ‘atasözüdür ve atalarımız yanlış bir değer yargısı geliştirmiş olamazlar' düşüncesiyle “Elle gelen düğün bayram” atasözüne yaslanarak başkalarının yanlışını tekrarlarsak davranışımızın sorumluluğu atasözünde değil bizdedir.

Kezâ sırf Aristo vaktiyle öyle buyurmuş diyerek, “Hiçbir tavsiye mektubu güzelliğin eline su dökemez” vecizesini fazlaca ciddiye alırsanız, yanılmanız halinde –ki mukadder gibi görünüyor- bundan ikibin sene önce yaşamış bir filozofu suçlayamazsınız.

Şahsi kararlarımız gibi binlercesi arasından seçip beğendiğimiz ve dayanak gösterdiğimiz güzel sözler de bizim eserimizdir; onları seçerken altına imzamızı atmış, sorumluluğunu üstlenmiş oluruz.

Kaldı ki kitaplara geçmiş ünlü vecizelerin sahipleri, o cümleleri ‘bu da benden vecize edebiyatına bir katkı olsun' diye özene-bezene, düşüne-tarta imâl etmiş değillerdir. Vecizeleri genellikle bir başka okuyucu fark eder, altını çizer, bir yere kaydeder, tekrarlar ve böylece o hüküm köklenir kalır.

DOKTORA DANIŞMADAN VECİZE KULLANMAYINIZ

Vecizeleri, ‘doktor denetimi' veya bir bilen kişinin tavsiyesi ile mi kullanmalıyız yani? Hayır. Bu konuda uygulanacak en serbest kural “Beğendiğini al, hoşuna gitmeyeni reddet.” mealindeki bir başka kelâm-ı kibardır (Huz mâ safâ, dâ mâ keder). Hattâ ve hattâ onları hiç ciddiye almadan veya yok sayarak hayatınızı sürdürebilirsiniz bile...

Peki, aralarında hiç onikiden vuran veya ‘yahu bu doğru galiba' diye düşündüren yok mudur? Elbette ki güzel sözlerin doğrusu eğrisinden fazladır.

Buyrunuz meselâ, meşhur Alman edîbi Goethe buyurmuş ki: “Milli kin tuhaf bir şeydir. Milli kinin en şiddetlisine daima kültür bakımından düşük topluluklarda rastlanır.” Doğru mu, yanlış mı? Eğer şair Emin Bülend Serdaroğlu'nun meşhur ‘Kin' şiirindeki, “Garbın cebîn-i zâlimi affetmedim seni/ Türk'üm ve düşmanım sana kalsam da bir kişi” mısrâını ölçü kabul ederseniz ‘milli kin' kavramına Goethe gibi bakamazsınız. Büyük felâketlere uğramış toplumlarda, felâketin kaynağına öfke ve düşmanlık duymak, tabiidir çünkü. Peki, Goethe haksız mı? Değil elbette. Peki doğru nerede? Bu noktada neyin doğru olduğuna siz karar vereceksiniz. Kin beslemek; kime karşı, nereye kadar âdil ve doğru bir davranıştır; sizin sorumluluğunuza giren bir meseledir..

NEFRET SUÇUNU NİÇİN HEP ‘BAŞKALARI' İŞLER?

Meselâ ünlü filozof ve matematikçi Bertrand Russel'ın kriteri size farklı bir pencere açabilir; diyor ki: “Birinden, bir milletten veya bir inançtan nefret etmeden mutlu olabilen pek az insan vardır.” Doğru mu sizce? Toplumlar veya inançlar, etnik veya mezhebî bağlanışlar nefret konusu olmalı mıdır? (Koro halinde ‘Haayır!' sesleri duyuyorum) Eğer öyleyse gelin hep birlikte önyargılarımızı gözden geçirelim ve ‘nefret suçu' diye adlandırılabilecek bir sâbıkamızın olup olmadığına açık yüreklilikle bakalım.

Bana göre Russel'ın söylediklerinde büyük isabet payı olabilir...

YA DİN OLMASAYDI...

Haydi Montesquieu üstadın bir vecizesini tartışalım: “Hiçbir krallık, (Hz.) İsa'nın krallığı kadar iç savaş yaşamamıştır.” Haçlı zihniyetinden ve Haçlı seferlerinin kanlı hatırasından bir parçayı zihninde taşıyan her Müslüman bu söze bayılacak ve “işte kitabın ortasından bir söz” diye tasdik edecektir.

İsterseniz bu kadar acele etmeyelim; bu vecizenin bazı kelimelerini değiştirerek yeniden okumaya kaçımız cesaret edebilir?

Devam edelim mi? Benjamin Franklin daha can acıtıcı bir şey hatırlatıyor bize: “İnsanlar din varken bu kadar kötüyseler, din olmasaydı nasıl olurlardı acaba?” Bu tespit, elbetteki dinlerin gereksizliğini ileri sürmüyor; sadece insan tabiatındaki vahşetin karşısında dinlerin bile çaresiz kaldığı anlar ve yerler olduğunu hatırlatıyor ki dünya tarihi bu hükmü doğrulayacak yeterince berbat örnekle doludur zaten...

TEKİLİ CİNAYET, ÇOĞULU KAHRAMANLIK!

İşte savaşlar hakkında çok su götürür ve tartışılır bir vecize: Voltaire demiş ki: “Öldürmek yasaktır; o yüzden insanları davullar çalarak toplu halde öldürmeyen bütün kaatiller cezalandırılır.” Bir insanın bir başkasına herhangi bir sebeple zarar vermesini suç sayan hukuk, savaş dediğimiz kolektif çatışmalara, daha doğrusu kıyımlara hiç de âdil olmayan bir istisna getiriyor. Kitleler, ordular karşı karşıya gelince hukuk sıradanlaşıyor ve aslında hiç olmaması gereken bir hukuk, harp hukuku devreye giriyor ve savaşın ilk adımından sonra o da ortadan çekiliveriyor.

Aynı eylemi sıradan bir günde yaptığınızda kaatil, savaş esnasında ise kahraman sayılıyorsunuz. Fiil aynı, hatta belki kapsam itibarıyla daha ağır ve büyük ama anlamları farklı. Nükteleriyle tanınan G. B. Shaw, bu espriyi şöyle vurguluyor: “Bir insanın bir kaplanı öldürmesine spor deniliyor; bir kaplanın bir insanı öldürmesine ise vahşet”.

VECİZEYLE SAÇMALAMAK...

Vecizelerin hepsi aynı ciddiyetle değerlendirilmeyi hak etmiyor. Mesela Herakleitos'a atfedilen “Hiçbir şey aynı kalmaz, değişir.” sözü bu cümleden; “Havanın sağı solu belli olmaz; her an bozabilir.” gibisinden sıradan bir tespit bence; veya Cervantes'e atfedilen “Müziğin olduğu yerde kötülük olmaz.” vecizesi de böyle; fakat Molier'in “İnsanoğlunun çıkardığı bütün gürültülerin en pahalısı operadır.” tespiti, zevkten zevke değişse de içinde espri barındırdığı için kayda değer görünüyor. İşte Wagner'in müziğiyle dalga geçen Oscar Wilde'in vecizesi de ihtiva ettiği yüksek mizah yüzünden affedilebilir bir yaramazlık eseri sayılmalı: “Wagner'in müziğine bayılıyorum; o kadar gürültülü ki insan ne söylediği duyulmadan konuşabiliyor!”

Henry Miller ise sadece müzik bahsine değil, ünlü kişilere ait meşhur sözler, vecizeler meselesine de son noktayı koyuyor adeta: “Müzik güzel bir uyuşturucu; eğer fazla ciddiye almazsanız!”

Tamam, fazla ciddiye almayalım fakat onlar önyargılarımızı pekiştiren, parıltılarıyla ve derinlikleriyle ilgimizi çekmeye çabalayan güzel eğlenceliklerdir ve dikkat: Onlarda hakikati değil, gerçeğin pek çok çehresinden birkaçını bulabiliriz ancak. Yazıyı, bu duruma yaraşır bir vecizeyle noktalıyorum. Brecht'ten:

“Banka kurmanın yanında, banka soymak nedir ki?”

Siz bunu pekâlâ, “Bir bankaya el koymak yanında banka soymak nedir ki?” şeklinde de anlayabilirsiniz!