Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Başbakan ne kadar aksini ileri sürse de YÖK Tasarısı ortamı gerginleştirdi; bu arada Üniversitelerarası Kurul Başkanı Ayhan Alkış'ın, "görüşmelerde çok mesafe alınmışken üniversitelerde yapay tartışma yaratıldı"ğını belirten basiretli sözleri güme gitti. Meselenin aslını bir tarafa bıraktık ve "dedi ki, dedim ki" münakaşalarının yakıcı lezzeti üzerine yoğunlaştık.

Kehânete hâcet yok; tasarı tehlikeye girdi ve bu bâdireden sağ-sâlim kurtulup da Meclis'e gelmesi şu günlerde imkânsız görünüyor. İşlerin bu boyuta gelmesinde, Başbakan'ın böyle önemli bir konuda irticâlen konuşma kabiliyetine güvenip yazılı metine yaslanmayan yüksek tansiyonlu bir tarzda konuşmasının payını görmezden gelemeyiz.

Esasa gelmek vardı ama bu kadar usûl hatâsının yapıldığı bir iklimde esas, daimâ usûlün kurbanı olmaya mecbur. Esas nedir: Yeni tasarı yoluyla yüksek öğretimin kalitesini yükseltmek. Bu lâf kalabalığı içinde esasa dair ciddi fikirler serdedildiğini hatırlıyor musunuz? Daha düne kadar YÖK'ten şekvâ etmeyen yoktu ama bugün aynı mesele, neredeyse Cumhuriyet'in bekaasını ilgilendiren hayâtî bir problem haline getirilmiştir. "Hepimiz birer Kubilay'ız icâbında" sözleriyle yeni tasarı arasında alâka kurmak için hayalhânesini hayli zorlamak gerekiyor ama atılan taş yerini bulmuş mesele etrafında son derece sert ve tehlikeli olabilecek bir kamplaşma ortaya çıkmıştır. Başta ana muhalefet partisi olmak üzere, silahlı kuvvetler, eski ve yeni cumhurbaşkanları muhalefet bayrağını omuzladılar. Cumhurbaşkanı Sezer, bir hafta içine sığdırdığı dört açılış konuşması ile kampanyaya ağırlığını koydu; konuşmalarının muhtevâ analizine şahsen gerek görmüyorum çünkü, ne anlama geldiği çok su götürür "üniversiteleri siyasallaştırmayalım" cümlesinden başka yeni bir şey söylüyor değildir.

Sayı kalabalığı bir yana, Türkiye'de dünya kalitesinde fonksiyon icrâ eden üniversite sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Bu tesbit dünya kalitesinde fonksiyon icrâ edecek öğretim üyesi sayısının adedi ile doğrudan bağlantılıdır. Mevcut üniversitelerimiz arasındaki bu sert kamplaşma kısır döngü meydana getiriyor. İyi hoca, iyi hocanın yanında usta-çırak münasebeti içinde yetişir. Meselenin görünmeyen ama en acıtıcı ciheti, sayıca çoğunluk teşkil eden üniversitelerde eğitim ve araştırma fonksiyonlarının "mış gibi" seviyesinde yürütülmekte olduğudur; lisans eğitimi bir yana, isteyenler bu iddianın doğruluğunu, sadece son yıllarda üretilen yüksek lisans ve doktora tezlerinin kalitesine bakarak sınayabilirler.

Bu manzaraya bakarak üniversitelerde yeni bir atılım hamlesine ihtiyaç olduğunu söyleyebiliriz; benim şahsi kanaatim, bu atılımın illâ ki yüksek öğretimin temel teşkilatından başlaması gerekmediğidir. Şüphesiz kanun düzenlemelerine ihtiyaç duyulan alanlar da yok değil ama öncelik sıralamasındaki yeri gerilerdedir. Asıl ihtiyaçlar listesi, kanunla ıslah edilemeyecek kadar vahim ve kalabalık ama ilk ikisinden kısaca bahsetmeliyiz: Evvela öğretim üyesi, yani "hoca", Hoca yetiştirebilecek cinsten hoca. Hakikate karşı epistemik bir hassasiyet geliştirebilmiş, dünyadan haberdar, şahsiyeti gelişkin, evvelemirde ana diline mükemmelen hâkim, insan ilişkilerinde sıcak ve en azından işini yaparken sık sık cüzdanına bakarak "bu paraya bu eziyet çekilir mi" diye sızlanmayan cinsten hoca. Ardından kitap, kütüphaneler dolusu kitap ve işinden nefret etmeyen kütüphaneciler.

Üniversitemiz çok ama "akademik iklim" inşa etmekte başarılı değiliz; Tanzimat'tan beri aydınımız devlet memuru. İnsanın kendi ruhu için inşa ettiği zindanın yanında kanunun bahşettiği veya eksik bıraktığı özerklik nedir ki, münakaşası olabilsin?

Murad edilen hâsıl oldu; esası bırakıp usûl etrafında kamplaşmaya ve kavgaya başladık. Kendimizi tebrik edebiliriz!