Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Müzakerelerin başlangıcından bu yana Rauf Denktaş'ın söyledikleri mühim ve doğru ikazlar olarak kabul edilirse ortada çok vahim bir durum var demektir;

Denktaş, başta hükümet olmak üzere Türkiye'deki çözüm taraftarlarını sert dille gafletten uyanışa davet ediyor: "Siz yanlış biliyorsunuz, Rumlar sizi kandırıyor, sonuçta Kıbrıs Filistin'e dönecek" tehdidi hafife alınacak gibi değil. Ne var ki Bürgenstock'daki görüşmelerden sonra Denktaş'ın hitab edebileceği ve etkilemesi gereken tek kitle kaldı; o da, Kıbrıs'ta yaşayan Türklerdir. Sayın Denktaş'ın KKTC Cumhurbaşkanı olarak kendi halkından ziyade bugünlerde "meselâ" Bursalı avukatları iknaya çalışması aslında garip. Bursa'daki baro mensupları referandumda oy kullanmayacağına göre, Denktaş'ın doğrudan Kıbrıslı Türkleri etkilemek için çalışması daha mâkul olmaz mıydı? Acaba "Denktaş'ın ikazlarına göre" bu derece açık ve görünür bir tehlike kapıya gelmişken Denktaş, Kıbrıslı Türkleri iknaya tâkat yetiremeyeceğini mi düşünüyor?

Bir yıl kadar önce Rauf Denktaş'ın bir beyanatını okumuştum; bu beyanında Denktaş meâlen, otuz sene boyunca Kıbrıs Türk gençliğinin eğitimi üzerinde yeterince duramadıklarından, dini ve milli hassasiyetler konusunda onlara yeterince şuur veremediklerinden yakınmıştı. Eğer bu bir ihmâl itirafıysa, 30 yıllık bir ihmâl ve gecikmenin Bursalı avukatlar veya Ankaralı tüccarlar tarafından kapatılması mümkün olabilecek midir?

Daha açık söylemek gerekirse Sayın Denktaş, Kuzey Kıbrıs'ta yapılacak referandumun sonuçlarından tedirgindir; halbuki 24 Nisan referandumunda Kıbrıslı Türklerin yarısından bir fazlası plana hayır derse, Denktaş açısından mesele halledilmiş, Annan Planı reddedilmiş ve statüko bozulmamış olacak. Pratik akıl, bu kısa süre içinde Kıbrıslı Türklerin iknası üzerinde çalışmanın daha doğru olacağını gösteriyor. "Şu esnada bu gibi meseleleri tartışmanın ne anlamı var?" denilebilir ama belki de bütün anlam, vaktiyle sorulmamış soruların verilmemiş cevapları arasındadır: Kıbrıs'ın son otuz senesine iki mühim yanlış damga vurdu bana göre; ilki "anavatan" Türkiye'nin, Kıbrıs'ta etkili, verimli, aklî ve iyi işleyen bir kamu yönetimi kurmakta gösterdiği başarısızlıktır; buna Kıbrıs meselesini halle yönelik bir diplomatik dil ve üslûp inşâ etmekte kekelemek zaafını da ekleyebiliriz; nitekim otuz yıllık müzakereler sürecinden sonra sayın Denktaş ve taraftarlarının, "en iyi çözüm çözümsüzlüktür; statükonun devamıdır" siyasetine mıhlanıp kalmaları, işbu zaafın ikrarı mânâsına geliyor. İkinci yanlış Kuzey Kıbrıslı yöneticilere ait; tarihinin en dramatik kavşaklarından birinde "kabul edersek mahvolacağız, reddedersek kurtulacağız" ikazına rağmen kendi halkının en azından yarısına söz geçiremeyeceğini hissetmek nasıl bir şeydir?

Kıbrıs konusunda artık söz söyleme yetkisi, başından beri pek önemsenmeyen bir kitleye, Kıbrıs Türklüğüne intikal etti. Kağıt üzerinden bakıldığında Annan Planı'ndaki tuzakları en iyi sezmesi ve anlaması gereken ama bazı sözcülerine kulak verildiğinde basiretlerine pek de güven duyulmadığı anlaşılan kitle Kıbrıs Türkleridir ve kitleyi sayın Denktaş şüphesiz hepimizden iyi tanıyor ve önündeki iki haftalık süreyi bu kitleyi ikna için harcaması daha doğru olur gibi görünüyor.

Kıbrıs'ın en azından yarısının Türk askerinin tam denetiminde bir Türk toprağı olarak kalmasını herkes gibi ben de isterim; şimdi söz, bir nevi "self determination" hakkını kullanacak olan Kıbrıs Türklüğü'nde ve o kitleye "Planı önce Türkiye'de Türkiyeli Türklerin görüş bildireceği bir referanduma sunalım" teklifinin sahiplerinden daha çok güvenmeye mecburuz.