Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Türkiye'nin en güzel sahillerinden birinde beş yıldızlı bir otelde bir hafta süreyle, gazeteye emek veren kadronun bir kısmıyla beraber olmak, uzaktan bakılınca çok cazip bir tatil gibi görünüyor; özetlemek gerekirse câzip olmasına câzip ama tatil değildi.

Dört gün boyunca yevmiye yedi sekiz saati bulan geniş iştirakli toplantılara katılmak, kahvaltılarda, akşam yemeklerinde hatta deniz kenarında başka mevzu kalmamış gibi yine gazete konuşmak, tartışmak kabul etmelisiniz ki klasik tatil târiflerine uymuyor. Beşinci gün bölge temsilcileri ve servis şefleri kendi aralarında toplanarak yine çalışmaya devam ederken hariçte kalan kısmımız boşluğa düşüverdik. İşsizlik ne fenâ şey! Evet, yine telefonlar çalışıyor, yine gazeteye yazı yetiştiriliyor, günün olayları takib ediliyor ama galiba tatil, gazeteciler için çalışmamaktan ziyade çalışma programını kendi keyfince tanzim edebildiği zamanlar anlamına geliyor.

Sözü, "tatilde bile çalıştık; ey okuyucu gazetene emek verenlerin kadrini bil"e getirmek niyetinin izharı bile ayıp; belki bu örnekten yola çıkarak tatil fikrini biraz sorgulayabileceğimizi düşündüm. Görebildiğim şu; güneşli kumsallarda, düşmanına yem olmak endişesinden âzâde bir yengeç gibi gevşeyerek hafif şeyler okuyup bolca suya girip çıkarak zihni sükûnete varmaya çalışmak, gazeteci milletinin tabiatına uygun bir tatil tarzı değil galiba. Bir misâl: Önceki gün "leb"i derya" mevkideki çok güzel bir çay bahçesinde gece yarılarına kadar Avrupa Birliği'nin geleceği konusunda, gittikçe artan bir iştiha ile tartışıp durmak veya sabahın erken saatlerinden çalınmış zaman parantezlerinde entelektüel altyapı ile anlaşılırlık arasındaki âhengin nasıl sağlanabileceği noktasında beyin egzersizleri geliştirmek, "tatil" kavramı içinde sayılması gereken şeyler midir? Cevap şurada saklı; bugün, o câzip tatilin son günü ve hemen herkes gizlemeye gerek görmediği bir "neyse ki tatil bitti" sevincini yaşamakta!

Demek ki tatil bir faz değişikliği; her gün dinlemeye alışık olduğunuz radyo istasyonunu değiştirmek cinsinden bir "postacı sendromu"; açalım: Yıllardır aynı mahallede görev yapan postacıyı, tatilinin ilk gününde yine aynı mahallede âvâre bir edâ ile gezinirken gören birisi sormuş; "tatilini niçin her köşesini ezberlediğin semtte gezinerek geçiriyorsun yahu?" Postacı cevap vermiş: "Vazifeliyken gönlümce gezemedim ki hiç buraları; işte şimdi fırsat düştü, kaçırır mıyım?"

Hangi gün hatırlamıyorum; gazetenin mizanpajı ve grafik tasarımı üzerine tartışılıyor; kaptırıp gitmişiz, tenkitler, "böyle olsa daha iyi"ler havada uçuşmakta. O hararet esnasında gazetenin görsel yönetmeni Fevzi Yazıcı, kendi nokta"i nazarını kabul ettirmek için didiniyor. Derken Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı araya giriyor, "Arkadaşlar, bu gazete, tartıştığımız konuda dünyanın en iyi gazeteleri arasında yer alıyor zaten; yakında birincilik ödülünü almak için Amerika'ya uçacağım. Bu gerçeği hatırlamanızı isterim sadece." deyince herkesin yüzünde beliren sıcak tebessüm, gazetenin geleceği nâmına çok ümit vericiydi. Evet, dört gün boyunca kimi zaman gazetenin genç, ateşpâre editörleri tezlerini kabul ettirmek uğruna ateşli tartışmalara giriştiler, kimi zaman tam da yerine denk gelen esprilerle, toplantı salonunda yatılı okul talebelerinin yaşadığı türden şen kahkahalar çınlayıp durdu. Gazeteye birinci derecede emek ve zihin gücü veren bu insanların, kendi ürünlerini tartışırken konuya nasıl asıldıklarını kenardan seyretmenin zevki, "kumsalda güneşlenen yengeç" türü tatile birkaç kerre tercih edilecek kadar zevkli ve güzeldi.

Ne derece doğru olur bilmiyorum ama küçücük bir "tüyo"dan bir şey çıkmaz: Yeni yayın döneminin miladı saydığımız 3 Kasım'da bu gazetenin bütün çalışanları, yayın kalitesini ve iyi gazete olmak niteliğini bir üst seviyeye çıkarmak için tatlı bir telâş içinde.

Yine de benden duyduğunuzu kimselere söylemeyin!