Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

MHP’nin çözüm sürecinde tutarlı olduğu tek nokta, tâ başından beri ‘çözümün çözülme olduğu’ iddiasıydı. Bu iddia tutarsızdı, siyasi bir derinlikten uzaktı ve Türkiye’nin sosyolojik fotoğrafına aykırı bir tespitti.

MHP, sürecin ilk günlerinden beri AKP’yi çözüm ve müzakereye destek vermesi yüzünden sert şekilde itham etti ve köşeye sıkıştırmaya çalıştı. AKP, kendini güçlü hissettiği müddetçe bu tehdidi küçümsedi. 7 Haziran sath-ı mailine girildiğinde oylarının giderek erimekte ve kemirilmekte olduğunu anlayınca telâşlandı ve sertleşti. Önce Dolmabahçe mutabakatının inkârı ve ardından MHP ile kimin daha vatansever olduğu hakkında sert bir polemiğe girerek çatışma sürecine yol verdi.

AK Parti doğru bir hedefe giderken trafik kurallarına uymadığı için küçük bir politik ceza ödeyerek süreçten kopmayabilirdi; bu ihtimâli göze alamadı ve devletin derinliklerinde başkaca kimlerin fikri olduğunu bilmediğimiz çılgınca bir hamleyle süreci bitirip çatışma diline döndü. Bu noktada Kürt meselesini nasıl bir akıbetin beklediğini kimse bilemez; görünüşe göre barış yoluyla çözüm hakkındaki ihtimâller giderek sıfıra doğru yaklaşıyor.

Seçimlerden sonra süreci kim sürdürebilir?

AKP’nin biraz dolaylı yoldan da olsa ‘Verin 400’ü; güçlü bir hükümetle süreci yeniden başlatırım’ vaadi inandırıcı değil. AKP’nin sürpriz bir şekilde siyasi kayıp hissedince çatışma diline dönmesi, onun artık güvenilir ve samimi bir barış partneri olmadığını gösterdi. MHP, varlık sebebini Kürt meselesinin çözümsüzlüğüne bağlamış durumda olduğu için denkleme girmiyor bile.

Yeterince güçlü bir parlamento grubuyla ve siyasi destekle iktidara gelmiş olsa CHP’yi yeni bir barış görüşmecisi olarak görebilir miyiz? Şahsi kanaatim, daha doğrusu önyargılarım, CHP’nin, bundan dört sene önce AK Parti’nin aldığı riski üstlenmekte çekingen davranacağını söylüyor. Bu tutumun önemli izlerini, birkaç hafta önce TBMM’de ‘Suriye tezkeresi’ oylanırken gösterdi CHP. Konuyu ‘millî bir mesele’ sayarak tezkereye siyasi hasımlarıyla, yani AKP ve MHP ile birlikte kabul oyu vererek bir ‘millî birlik’ dayanışması içine girdi. Oysa AKP’nin dış politikasını, özellikle Suriye siyasetini en sert dille eleştiren CHP’ydi ve bu şaşırtıcı tercih, basında bile yeterince dikkat çekmedi.

Kürt meselesinin geleceği ne vadediyor; artık kangren hâline gelmeye başlayan bu ‘millî mesele’yi nasıl ve hangi siyasi aktörlerle göğüslememiz gerekecek?

Bundan on, hatta beş sene önce Kürt meselesi, Türkiye’nin bir iç problemi görüntüsü veriyordu. Şimdi ise Ortadoğu meselesidir. PKK dün terörist olduğunda herkesin ittifak ettiği bir örgüttü. Bugün Kuzey Suriye’de ‘kanton’ sahibi bir uluslararası aktör hâline geldi, kısmî meşruiyet ve uluslararası sempati topladı ve bu kanton ABD’nin açık himayesi altında, hududumuzun hemen bitişinde çok farklı bir boyut kazanmış durumda.

Kürt meselesini ‘demokratik bir usûlet ve suhûletle çözebilme şansımızı AKP ortadan kaldırdı, daha doğrusu kayıtsız şartsız tek başına iktidara gelebilme hayâline bağladı. Ne büyük hayal kırıklığı!..

AKP hâlâ Türkiye’nin en büyük partisi ve bu gerçek AKP’yi kötürüm etti. Buna mukabil MHP, şimdilik kesinlikle tek başına iktidar vadetmeyen hırçın ve ‘istemezükçü’ tavrıyla AKP’den daha belirleyici bir rol kaptı. 1 Kasım’a giden yolları AKP tek başına -istese de- inşâ edemezdi. MHP önce seçim gecesi koalisyon ihtimâllerini reddeden tavrıyla, ardından Meclis Başkanlığı’nı altın tepsi içinde hediye ederek AKP’yi cesaretlendirdi ve geleneksel ‘çözüme hayır’ tavrıyla milliyetçi tabanı hareketlendirerek en büyük desteği sunmuş oldu. Bu parti çözümün bir parçası olmayı reddederken çözümsüzlüğün bir parçası olduğunun farkında ve hatta bu tutumuyla iftihar ediyor. Göreceksiniz ki MHP’nin seçimde kuracağı en büyük cümle yine çözüm aleyhtarlığı olacak.

Öyleyse konuyla ilgili herkesin ‘berbat bir ihtimâl’ olarak hatırında tuttuğu uluslararası çözüm masasına mı kalacak bu mühim dâvâ? Konuyu kendi kuvvelerimizle çözme imkânını, ufak bir siyasi panik uğruna neredeyse kaybetme tehlikesiyle yüz yüzeyiz.

‘Büyük devlet olmak’ iddiamız bu kadar mıydı? Suriye sınırında batağa girmiş ve iflâsa uğramış dış politikamızla artık hangi masada söz sahibi olabileceğiz?