Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Demokrasi, yönetilen bütün unsurların devlet politikalarını etkilemek ve şekillendirmekte eşit hakka sahip oldukları bir yönetim biçimi. Yönetenlerle yönetilenler arasındaki çelişkiyi azaltıp asgari seviyeye indirmenin henüz daha iyi işleyen bir yolu bulunamadı. Klasik demokrasi XX. yüzyılın yükselen değeriydi; yaşadığımız yüzyılda vazgeçilmez hâle geldi. Yaşayan bütün politik fikirler, artık kendini demokrasi kavramı üzerinden ifade etmeye mecburdur; bu yüzden olsa gerek günlük konuşma dilinde demokrasi, siyasi hayatta gerçekleşmesi ümid edilen bütün güzel ve hayırlı şeylerin temsil edildiği bir fikirler yumağı gibi kabul görüyor ve kullanılıyor; bir fikirler yumağıdır çünkü demokrasi tek şeyden ibaret değil, türleri var: Sosyal, liberal, kalkınmacı, otoriter, koruyucu, muhafazakâr, hatta faşist, komünist demokrasi yorumlarından bile bahsetmek mümkün.

İnsanlar, “iyi yönetim” denilince demokrasiyi hatırlıyorlar; bu fikri değersiz bulmuyorum fakat demokrasi, tek başına onca erdemin ve iyiliğin altından kalkabilecek bir değerler donanımına sahip değil. Demokrasi teorisyenleri, onu, yönetilenlerin, yönetenlerden asgari derecede zarar göreceği bir siyaset uygulaması hâline getirmek istiyorlar; bu bir mânâda siyasi erdem dediğimiz şeyin, siyaset tekniği hâline getirilmesi çabasıdır ve elbette desteklenmesi gerekir.

Fakat, çok daha yüksek ve değerli ana fikirleri unutmamak kaydıyla!

ÖNCE ADÂLET VE HEP ADÂLET

Ki bunların başında adâlet gelir. İnsan ruhunun yaradılıştan eşit miktarda bölüştüğü bir duygu adâlet (akıl gibi!). Her insan, başkalarına karşı adâletle davranıp davranmadığını hesaba almaksızın kendisine âdil davranılmasını ister: Başkalarının malını ve emeğini çalarak bir geçim yolu tutturmuş hırsızlar, bir başka hırsızın gadrine uğramak istemezler. Yalancılığı meslek hâline getirmiş birisi, aldatılmayı içine sindiremez. Âdil yargılanmak, dünyanın en berbat suçlarını işlemiş mücrimlerin bile tabii hakkı sayılmıştır.

Âdil kavramı, İngiliz dilinde genellikle “fair” kelimesiyle ifade ediliyor ve karşılığı takriben şu kelimelerin ortak ifadesinde yatmakta: bütünlüğe sahip, dosdoğru, doğru, adâletli, harfi harfine, dürüstçe, efendice, insaflı, nazik, güzel, iyi, hatırı sayılır, makul, namuslu, temiz, uygun, vicdanlı, şirin, hakça, eşitçe, mübah, kanuni, tarafsız...

Fair kavramının anlam zenginliği, hemen her dilde zengin tarzda karşılık buluyor; Türkçedeki örneklerini sıraladık. Arapça karşılıklarına da göz atınca “adâleti arzu etme” ihtiyacının ne kadar öncelikli ve evrensel bir duygu olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Arapçada bu kavram şu kelimelerle ifade ediliyor: Makbûl, hüsn'il mazhar, âdil, emîn, cemîl, nazîf, sâf, latîf, kanûni, munsıf, vesîm...

İşte insanlar “demokrasi” derken, bu ve buna benzer bütün çağrışımların bir araya geldiği bir güzelliği kasdediyorlar; temeldeki duygu adâlettir. Vaktiyle Refah Partisi'nin son derece isabetli bir siyaset diliyle sloganlaştırdığı programın adı böyleydi: “Âdil Düzen”. Belki iyi anlatılamadığı, belki içi yeterince doldurulamadığı için bu programın (veya sloganın) gündemden kalkmış olması üzücüdür çünkü devlet-toplum ilişkisinin en can alıcı tabiatını özetliyordu.

KÜRT MESELESİNİN ÖZÜ: ÂDİL DEVLET

Demokrasi, hiç şüphe yok, adâleti, eşitliği, insafı da kapsar ve eski ve eskimeyen değerlerin ara sıra lügatlerdeki mânâsını hatırlayıp havalandırmak, üzerinde yeniden düşünmek gerekir. Demokrasinin hiç telaffuz edilmediği tarih dönemlerinde âdil olmak, adâlet, işlerin hakka göre yürümesi diye bir kavram mevcuttu ve bu aslî tabiatımızın bir parçasıdır.

Kürt meselesinin çözümü için hemen her kesimin ortak bir anlayışla bir araya geldiği şu günlerde adâlet kavramını yeniden hatırlamalı ve çözümün içini mutlaka bu değerli kavramla doldurmaya çalışmalıyız. Herkes gibi Kürtler de adâlet istiyor ve bu son derece tabii bir haktır. Çözüm âdil olursa kalıcı vasıf kazanır ve anlamlı olur. Kürt meselesinin çözümünü imkânsızlaştırmak ve meselenin devamından fayda sağlamak isteyen hizipler ne yaparsa yapsın, insanlarda “Evet, bu âdil bir çözüm oldu ve hak yerini buldu” hissini uyandıracak bir çözümün başarısız olması mümkün değildir.

Meselelerimizi çözerken dünyanın konuştuğu modern kavramlardan uzak kalmayalım fakat insanlık kadar eski ve yüksek kendi değerlerimizi, kendi kelimelerimizle telâffuzdan kaçınmayalım. Vâkıa bunlar sadece bize ait, İslâmî nitelikli ve tarihimizle çok yerde kesişen kavramlar olmakla birlikte insan tabiatına hitab eden evrensel bir karakter de gösteriyorlar.

İnsanlarda “hakça ve âdil” olduğu yolunda şüphe bırakmayan her türlü idare saygı ve katılım bulur; tarih baştan başa bu gerçeğin örnekleriyle dolu.

Kürt meselesinde çoğumuzun etine diken gibi batan ırkçı ve aşırı milliyetçi taleplerin ardında yatan gerçek niyet, belki de aslında sadece “herkes için tam adâlet” ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Meselâ tarihî derinlik itibariyle sosyal devlet, henüz düne ait bir kavramdır ve insanlık tarihindeki kıdemi bir buçuk asrı geçmez. Parlamenter idare öyledir, açıklık ve şeffaflık modern demokrasinin değerleridir; serbest muhalefet ve basın hürriyeti de kıdem itibariyle henüz pek tâze demokratik lâzımelerdendir fakat bunların içinde ve üstünde âdil idare, tâ Mezopotamya'da, Mısır'da, Hint'te teşkil olunan ilk devlet yapılanmalarında bile yönetilenlerin temel talebi olmuştu. Adâlet duygusunu lâyıkıyla karşılamayan hiçbir idarenin muammer (ömürlü) olması mümkün değil.

SADECE KÜRTLER İÇİN DEĞİL, HEPİMİZ İÇİN...

Türkiye'de devletin, yönetme iddiasında olduğu topluma karşı yaklaşımındaki kusurlardan ve yanlışlardan Kürtler de diğer unsurlar gibi zarar gördü, incindi ve kendini mağdur hissediyor. Kürt meselesinin çözümü için atılan adımlar, bu çerçevede sadece Kürt asıllı vatandaşlara bahşedilen yeni imtiyazlar ve özel haklar değildir ve olmamalıdır. “Demokratikleşme” diye adlandırılan şey, devletin, topluma karşı yaklaşımında en kapsamlı mânâyla âdil davranmasıdır; şu veya bu vatandaşa verilen haklar değil devletin kendi zaaflarını görmesi ve kendini ıslahı söz konusudur.

Öyle olmalıdır; bu mânâsıyla Kürt açılımını bir nevi devlet reformu, devlet ve hükûmet etme anlayışında bir iyileşme gibi yorumlamaktan yanayım; başka türlü çözüm arayışları kolayca yarı yolda kalabilir, tekleyebilir, akâmete ve sabotaja uğrayabilir fakat insanların temel adâlet ihtiyacını ve talebini dürüstçe, samimiyetle karşılayan bir yaklaşım ve icraat mutlaka karşılığını bulur.

Devletin “âdil” olması, eğer tahakkuk ederse –ki inşallah öyle olmasını ümid ediyoruz- muazzam bir değişiklik demektir; devletin bütün kurumlarıyla âdil olması, yüksek adâlet değerlerini başüstünde taşıması devletin tepeden tırnağa dönüşümü ve başkalaşımı demek olur; bu hamleyi gerçekleştirenler ve ona destek verenler, “Nuşirevan'ın veya Hazreti Ömer'in adâleti” efsanelerinde olduğu gibi tarihe geçerler ve kendilerinden sonraya mükemmel bir devlet idaresi örneği bırakırlar.

Bu büyük ve hayırhah bir rüya; tahakkuk etmesi için önce bu rüyanın farkına varmamız gerekir ve inşallah bu noktaya doğru yaklaşıyoruz.