Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Kütüphanecilik haftası kavramından şahsi hisse çıkarılabilir mi? Adı üstünde Kütüphanecilik haftası, isteyen herhangi bir kişi veya kişilerin, kimselere rica ve minnet etmeksizin, tâbirin tam mânâsıyla "sellemeh'üs-selam", yani selâmsız sabahsız, uluorta, destursuz, kütüphane denilen o çok özel -lâkin bir o kadar da genel hizmete âmâde- mekâna girip, dilediği kitabı karıştırabilme hakkını alelâdeleştiren kurumlarla ilgili bir haftadır:

Sözü bu kadar yormadan ifâde etmek lâzımsa "umuma açık" kitaplıkları anafikir kabul eder. Böyle açık bir anlamdan hareketle, fırsatı ganimet sayıp da, "ya özel kütüphaneler, ya evlerinin bir köşesinde kitap biriktirmek için yıllarca eşiyle, bütçesiyle, yaşadığı mekânla, hatta çoluk çocuğunun rızkıyla cedelleşip duran kitapseverlerin hususi meseleleri ne olacak?" şeklinde -tiyatrocu tâbiriyle- "sahne çalmak" yakışık alır mı?

Aslında yakışık almaması lâzım fakat geçen hafta sonu Sky Türk'te meşhur "bibliofag"larımızdan (kitap kurdu mânâsına) Hüseyin Hatemi ve sevgili eşi Kezban Hatemi'nin kitaplar yüzünden kamera önünde nasıl maraza çıkardıklarını görünce, Kütüphanecilik haftası'nın şahsî hisleniş ve hisselenişlere de mevzu teşkil etmesi gerektiğine hükmettim. Bu keyfî kapsam genişletmesi elbette Kütüphaneci dostlarımızı memnun etmeyecek ve, "Kütüphaneciliğin dağ gibi problemlerini dile getirmek için bir sene boyunca şu günleri beklerken, meseleyi özelleştirmeniz bizlere revâ mıdır?" diye sitem edeceklerdir. Haklı olabilirler, nitekim Kezban Hatemi hanımefendi de röportajın bir yerinde buna benzer bir teklifte bulunmaktaydı (meâlen aktarıyorum),

-Ama sen aradığını bulamayınca yenisini alıyorsun, böylece aynı kitabın üç nüshası sağda solda bekleşiyor. Bu şekilde devam edemezsin ve artık buna bir son vermek gerekecek. Batı'da öyle midir; kitapseverler bu kadar kitap toplayıp altında ezilmek yerine kütüphanelere gider ve oralarda çalışırlar; sen her kitabı mülkiyetine geçirmek istiyorsun. En iyisi sen bunları bir kütüphaneye bağışla!

Hüseyin Hatemi hocamızın bu haklı savlet karşısında öyle perişan ve mazlum bir duruşu vardı ki, yüreğim parça parça oldu, tâbir hoş görülürse "burnuma yanık ciğer kokusu geldi". Eminim ki içinden, "Ama Kezban bizde kütüphaneler akşam beş denince kapanır, üstelik tâ bilmem nerelerdedir; her aradığını da bulamazsın. Bulsan ne olacak ki; sevdiğin kitabı okurken bir müddet sonra göğsüne bastırıp koltuka uyuyakalmadıktan sonra..." demek geçmiştir (Hatemi hocanın iç repliklerini, kendine mahsus vezniyle taktî' ederek okumanız gerektiğini ihtara lüzum görmedim).

Bu durum bana çok dokundu. Kütüphanem, Hatemi Hoca'nınki yanında zekât keçisi gibi kalsa dert aynı dert netice itibariyle; bir uçta Hatemîler, öteki uçta Kezbanlar'ın yer aldığı ezelî ve ebedî bir çekişme: Nizânın ana mevzuu ise, evde henüz kitap rafıyla kaplanmamış boş (ve tabii ki âtıl, israf edilen bir kapasite şeklinde duran) mis gibi duvarlar; fakat hakkı teslim için kaydedelim, Hatemi Hoca duvarlarla iktifa etmeyip, evin yatay yüzeylerini de kitap yığınlarıyla dekore etmekten nefsi alıkoyamamaktadır!

Adım gibi biliyorum ki, Kezban Yenge, Hatemi Hoca'yı gönlüne bıraksa, sadece her kitaptan üçer beşer tane alıp aralarında saadetle kaybolmakla yetinmez, mütemadiyen yeni evler satın alarak duvarlarını kütüphane haline getirmeyi, hattâ sırf bu iş için sadece kütüphane dolabı imâliyle muvazzaf şahsına mahsus bir marangozhane açmayı bile tasarlar.

Nerden biliyorsun diye sormayacaksınız değil mi?

Kütüphaneci dostlarımız kusura bakmasınlar, bu defa "Bais-i şekvâ bize hüzn-i umûmidir Kemâl / Kendi derdi gönlümün billah gelmez yâdına" beytinin tam tersi bir durum hâsıl oldu; onların derdiyle hemderd olmak lâzım iken, bir başka hüzn-i umûmîyi terennüm ettik, affetsinler.

...

Ha, bu arada Kütüphanecilik haftası da kutlu olsun!