Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

İktisada başlangıç derslerinde şöyle tarif ederler: Paranın (menkul değerler) getirisine (nema) faiz, emeğin bedeline ücret, gayrımenkulün kazancına ise rant denir. Siyaset lugatine eski bir parti liderinin soktuğu "rantiye" kavramı ise menkul değer geliriyle hayatını sürdüren kimsedir.

Son elli sene içinde Türkiye'de şehirleşme cereyanı büyük bir hız kazandı; son istatistiklere göre nüfusumuzun yüzde 70'i şehirlerde yaşıyor. Şehirler insan ilişkilerinin ve mesken ihtiyacının en yoğun olduğu yerlerdir; bu yüzden şehirlerde rant değerleri, kır yerleşmine göre çok yüksektir. Köyde bir çiftçi ailesinin geçimini güç-bela temin edebilen 50-100 dönümlük kıraç arazi, bir şehre taşınabilse sahibini mühim bir servet sahibi yapar, ihyâ eder.

Büyük şehirlerde yıllardan beri rant gelirinden hisse kapmak mücadelesi veriliyor; dünyanın her yerinde olup biten şey, bizde de cereyan ediyor. Fark, rant gelirinin, önceden belirlenen kurallara göre değil, güç ve politik iktidar ilişkilerinin kapıştığı "fiili" kurallara göre bölüşülmesinde.

Aslında teorik izaha lüzum kalmaksızın hepimizin yaşadığı ve bildiği olgulardan bahsediyoruz.

Şehirlerde rant değerleri nâzım planlar ve imar planları dediğimiz, önceden belirlenen kurallara göre tayin edilir fakat hepimiz biliriz ki, meselâ imar planında "yeşil alan" diye işaretlenen bir yerin imara açılması pekâlâ mümkündür. Kaçak binalara sonradan ruhsat alınabilir veya imara açılmış fakat belirli bir kat yüksekliğine ve arsa/bina orantısına göre yapılaşma izni verilmiş yerlerde planlar değişikliğe uğrayabilir. Türkiye'de imar planları veya nâzım planların değişikliğe uğraması istisnai hallerden değil, "tabii" durumlardan sayılır. Hükümet yetkililerin, hukukçuların, teknik elemanların, mahalli idare yöneticilerinin ve şehirci uzmanların bir araya gelerek oluşturdukları şehir vizyonu, sonraki yıllarda yine aynı nitelikte kurullar tarafından tâdil veya ıslah edilir; sert prensipler yumuşatılır ve başka anlamlara gelecek şekilde yorumlanır. Kolaylıkla tahmin edilecektir ki yapılan değişikliklerin büyük kısmı, yeni imar alanları ve kapasiteleri ortaya çıkarmaktadır; bu safhada siyasi nüfuz ve ağırlık son derece tayin edicidir.

Değişiklik hallerine, nadir istisnalar dışında bizde pek itiraz edilmez; değişiklik sınırlarına komşu bölgelerde malı-mülkü olanlar ve idealist şehir plancıları şikayetlenirse de sesleri pek duyulmaz; esasen bu gibi uygulamalar genellikle herkesin işine gelir.

Niçin böyle olur; çünkü rant yoluyla para kazanmak, servet edinmenin en kolay, en zahmetsiz ve en emeksiz şeklidir. Vaktiyle kamu arazisi üzerine ruhsatsız bina (gecekondu) yaptıktan sonra bir zaman sabredip ardından sistematik aralıklarla çıkan gecekondu ve imar aflarından istifade ile servet-ü sâmân sahibi olanlar bu mekanizmayı gayet iyi bilirler. Arsayı, imara uygun yapı şekline dönüştürenler ise neredeyse bu işin allâmesi sayılırlar.

Rant sektöründe kilit taşı siyasi iradedir; siyasi irade hem merkezi yönetim (yürüme uzvu), hem kanunu düzenleme yapabilme kudreti (yasama) ve son olarak mahalli idarelerdeki ağırlıkları ile rant sektöründe en büyük tayin edici mevkiindedir. Partili yandaşlar önde olmak üzere, rant üzerinden değer üreten sektörler, siyasi iktidarla her zaman iyi ilişkiler içinde bulunmaya itina gösterirler. Meclis sıralarında birbirlerini en sert sözlerle yaralayan siyasi hasımların, ranta ilişkin konularda şaşırtıcı denecek bir kolaylıkla uzlaşıp anlaşabilmeleri hiç de istisnâ sayılmaz; dünya görüşüne ve siyasi içtihada dair ayrılıkların yatıştığı ender alanlardan biri de rant paylaşımı.

Herhangi bir Avrupa şehrinde çabucak fark edilebilecek gerçeklerden birisi, oralarda rant kavgasının artık yatışmış ve bölüşmenin tamamlanmış olduğu hissidir. Batıda hukukun en üst ve egemen değer normu haline gelmesi, batılıların hukuksever veya hukuka hayran tabiatlarından kaynaklanmıyor; batılılar, sınıflar arası kavgalarda en kanlı çarpışmalar sona erdikten sonra hukukun üstünlüğünü kabullenmenin pratik faydasını teslim edecek derecede tecrübeli (acı çekmiş) ve pratik (akıllı) insanlar. Batıyla aramızda "sosyal zaman" farkı var; zannedildiği gibi Batılı insanla Doğulu insan arasında yaradılıştan gelen anlamlı ve farklı özellikler bulunmuyor. Bizde, kanundışı ama pek kârlı bir proje karşısında insanları hırslandıran ve kanunu istismar etmeye sevk eden temel motivasyon, kanunların gerektiğinde değiştirilebileceği, yargı safhasında bile manüpülasyon yapılabileceği yolundaki beklentidir. Bu beklenti, ham hayâl bir ümitten ibaret değil; öyle olduğunu müteaddid örnekleriyle görüyor, şahit oluyor ve yaşıyoruz.

Bu incitici hâl, şu pratik gerçeğe işaret eder: Türkiye'de devlet, bilmem kaç yıllık geleneğin ürünü olmayıp, bilakis henüz oluşmakta olan bir fikirdir; çünkü devlet, en başta herkese karşı eşit işlediğine herkesin inandığı ve güvendiği bir kamu nizamıdır; bizde devlet hâlâ sınıf ve menfaat çatışmalarının odağında yer tutuyor. Çekirdeği ele geçiren, kavgada -haksız da olsa- büyük avantaj kazanıyor, zengin oluyor.

Çatışma, rant ve emsâli menfaat hesaplarının yatışıp dindiği noktadan sonra sükûnete erecektir; hukukun üstünlüğü fikri, hukukun asla suistimal edilemeyecek derecede bir ihtiyaç olduğunun kabulü noktasında tesis edecektir. Hukuk devleti kavramını biz, Batıda icad olunmuş güzel ve hayırlı bir model diye algılıyoruz ama pratiği ile henüz karşı karşıya gelmekteyiz. Hukuk, çatışma galibinin az çok belli olduğu, tarafların yeni bir çatışmayı sürdürmek için artık istekli olmadığı noktadan itibaren itibar kazanan bir hakemlik müessesesidir. Sair her Batılı kavram gibi hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü kurumlarını "bedelini ödemeden" sahiplenemiyoruz.

Bu yazıda bahsedilen şeylerin fazlasıyla teorik kaldığını düşünenler, gazete haberlerini artık başka bir bakışla incelemeyi denemelidir; meselâ, yaklaşan mahalli seçimler sebebiyle Türkiye'de inşaat sektörünün ve yüklenicilik kurumunun aktif siyasete ne kadar yakın ve etkili olabildiğini, bu bakış açısıyla daha iyi fark edebilirsiniz.

AKLINIZDA BULUNSUN: ÇÜRÜK RAPORU, MESLEK AHLAKI VE BASIN

Askerlik mükellefiyetinin bütün erkek yurttaşlara teşmil edildiği ülkelerde, askerlik yapmamak için "elverişsiz raporu" usulsüzlükleri gündeme gelir. Türkiye'de de böyle oluyor ama bir tersliği kimse yeterince fark etmiyor.

Bir şahsın sağlık sebebiyle askerlik hizmeti yapamayacağına ilişkin teknik kararı, tıp hekimleri ve bu hekimlerden oluşan uzman kurulları veriyor. Biz genellikle usulsüz yollardan çürük raporu alan kişilerin taksiri üzerinde duruyor ve o noktaya yoğunlaşıyoruz; oysa ki bu raporları imzalayan kişi ve kurulların -en azından her dedikoduda töhmet altında kalmamak için- daha hassas ve prensipli davranması gerekiyor.

Mesleklerini inciten her suistimalde haklı olarak tepki gösteren meslek kuruluşları da üzerine düşeni yerine getirmeli ve gerekiyorsa özeleştiriden kaçınmamalıdır; halbuki bu gibi meselelerde en kolay yol tercih edilerek, husûmet basın mensuplarına yöneltilir, gazeteciler yanlı ve tutarsız haber yapmakla suçlanır; oysa ki Türkiye'de, birbirlerini en ağır derecede, kıyasıya eleştiren meslek mensupları yine gazetecilerdir.

Türkiye'de her meslek mensubunun gazeteciler gibi birbirini sigaya çektiğini ve eleştirebildiğini şöyle bir zihninizden geçirmenizi rica ederim; ben tahayyül bile edemiyorum.

Lugat manasıyla "etik", yani meslek ahlakı, sadece gazetecileri değil, her meslek erbabını ilgilendirmeli.