Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Atsız'ın hayat hikâyesinde bugün olup bitenleri izah eden ne çok ayrıntı gizli. Bugünün milliyetçileri, Atsız'ın sert ve naîf Türkçülük anlayışından hayli uzaktalar, uzaktalar ama neredeler?

Siyâsî Türkçülüğün tahakkuku felâketle neticelenebilirdi, peki siyâsî milliyetçiliğin performansı nedir ki? Milliyetçilik fikri üzerine siyâset kurmanın dağlar kadar problemi var, peki farkında olan var mı?68'liler ne derse desin, 70'li yıllarda milliyetçilik düşüncesi bir deprem çadırı gibiydi. 18"20 yaşlarındaki çocukların sokakta, okulda, kantinde "olmak veya olmamak" mücadelesine itilmesi zâlimlikti. Pek çok nesildaşım gibi benim için de milliyetçi olmak evvelâ korunma, ikinci adımda dayanışma sevk"i tabiisiyle sığındığımız bir barınaktı ve o herc ü merc içinde ortalık deprem çadırından geçilmiyordu. Bizim deprem çadırımız Ülkü Ocakları'ydı; ama "merkez"i umûmî"miz de yok değildi. Merkez"i umûmî'de olup bitenlerle pek az ilgiliydik. Bizim ırmağımızın yatağı "ocak"lardan geçiyordu ve hareketin parti kanadında çalışmak zorunda kalanları âdetâ anlayışla karşıladığımızı hatırlıyorum. Gençler partiyi küçümserlerdi. Ocakların gelecek nesillere ma'tûf bir insan fideliği olduğunun farkındaydık. Partinin bir ara üç milletvekiliyle kabinede önemli bir yer tutması bizi gururlandırmıştı. "Lider"e güveniyorduk, o, partinin genel başkanı olmaktan çok önce Cumhuriyet tarihinde eşine ender rastlanır bir gençlik hareketinin tecrübeli önderiydi. Mevzilerde tutunmaya çalışırken "merkez"i umûmî"de ne olup bittiği hiçbirimizi ilgilendirmiyordu. Bizim beklentimiz, kalkınma, silkinme ve zillet çemberini kırma heyecânı ile yetişmiş nitelikli, bilgili, nâmûslu ve liyâkatli bir nesil hareketinin doğum sancılarını kolaylaştırmaktı. Siyâsî temsil plânında sayıca azınlıkta bulunmayı dert etmek bir yana, bu durumdan gurur hissesi bile çıkarıyorduk. Ma'rûz kaldığımız yoksunlukların bir sebebi vardı, katlanabilirdik. Bu tesellî hâletini, devrin gençlik sloganlarında okumak da mümkündür. Geleceği bekliyorduk, Türkiye'nin mâ'kûs talihini değiştirecek fikir salâbetine sahip olduğumuz inancındaydık. 12 Eylül'den sonra çoğumuz için temel mesele dik durabilmek ve eve ekmek götürebilecek, düşmânlara maskara olmayacak derecede geçim sağlayabilecek bir işin ucundan tutabilmekti. Gururla söylemeliyim ki, bizim kuşak çok az "fire" verdi ve onların kâhir ekseriyeti, gösterişsiz; ama anlamlı mevkilerde "dik" durmaya devam ediyorlar. Çoğu, artık partili bile değiller, son seçimlerde nereye oy verdiklerini az"çok tahmin edebiliyorum; fakat bir şeyden kesinlikle eminim, onlar el'ân mükedder ve mükesser bir hâlet içindeler. Niçin böyle oldu? Başka türlü olmak ihtimâli var mıydı? Bir başka pencereden bakıldığında "parti" iktidarda, ocak, eski "ocak" olmasa da dumanı hâlâ tütüyor. Partinin ileri gelenleri, artık eskisi gibi camcı, kunduracı, bakkal, öğretmen emeklisi gibi "kendisi himmete muhtaç" zümreden değil; adım başı müteahhit, adım başı işadamı, adım başı sanayici. Merkez"i umûmî mensupları artık taşrayı ziyaret ettiklerinde şehrin emniyet güçleri, trafiğe kapatılmış yollarda sıradan vatandaşların gelip geçmesine bile müsâade etmiyor. Öyleyse, "sayıca bir avuç gibi görünen" eski timsahın mükedder ve mükesser olmasının anlamı ne? Parti ve "merkez"i umûmî'de bir sağlam post edinemedikleri için mi? Elhak, hâricen bakıldığında öyle görünmesi pekâlâ mümkün. Acaba bütün beklentileri hatırlanmak, akıl danışılmak, gururlandırılmak olduğu hâlde kendilerini unutulmuş hissettikleri için mi "yataklarına kırgın" akıyorlar? İnsanlık hâlidir, mümkündür; fakat artık gözardı edilemeyecek bazı şeyleri söylemenin de şimdi zamanıdır. Bir fikir ve kültür hareketinin siyâsî plânda temsil edilmesi, söz konusu siyâsî temsil minimal ölçekte kaldığı sürece problemsiz işler. Bana göre doğrusu, fikir ve kültür plânında etkili olmak ve sadece o düzlemde kalmaktı; bunun aksini ileri süreceklerle tartışılabilir; fakat milliyetçilik bugün her siyâsî partide asgarî müşterek seviyesinde mevcut bulunması gereken bir duruş yeridir, bir siyâsî mehaz değil. Ve parti son seçimlerde herkesin beklediğinden daha fazla oy "çekmiştir", buna âdetâ "iktidara sürüklenme" demek de mümkün. Muhalefette pişme ve Meclis stajyerliği safhasından geçmeksizin iktidara sürüklenmek, fikir hareketinin kimyâsını bozmuştur ve bu dönüşüm eşyânın tabiatına uygundur.Yanlışlardan kurtulmak için yeni yanlışlara sarılmak kader midir: Bu noktadan sonra kaçınılmazdır bile! Milliyetçiler için siyâsî iklimin belli zirvelerinde dik durabilmek, diğerlerinden çok daha fazla birikim, donanım ve ehliyet gerektirir (Bu noktada Sayın Cem Behar'ın geçtiğimiz cuma günü kültür sayfasında yayınlanan güzel makalesini yeniden ve dikkatle okumanızı tavsiye ederim.) ki bu derece ehliyet, donanım ve birikimin maalesef ibrâz edilemediği aşikârdır. İktidar koltuklarında sıhhatli otokritik yapabilmenin pek güç olabileceğini tahmin ediyorum, işin doğrusu kimseden otokritik beklediğim de yoktur. Ânî ve şaşırtıcı yükselişleri, tempolu ve hiç de şaşırtıcı olmayan düşüşlerin takip etmesi mukadderdir. Merkez"i umûmî, henüz siyâsî gündemin îcâplarına karşı günü gününe sağlıklı bir tavır alabilmekte zorlanırken meseleye daha yüksek irtifâlardan bakarak milliyetçilik fikrinin siyâsî temsilinden doğan ve doğması muhtemel fikrî problemleri fark edebilmek iktidarını gösterebilmesi beklenemez. Milliyetçilerin iktidara geldiklerinde milletle yakın temasın risklerinden kaçınmak için bazı yolları trafiğe kapattırmaları görünüşte küçük bir ayrıntı gibi görünüyor; fakat anlamı büyüktür. Erken doğumlar, dâimâ meşakkatli bir büyüme devresini intac eder, otokritik yapmayı beceremeyenlerin ise geleceği kestirme ve plânlama imtiyâzı yoktur.