Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Ülkenin en enerjik, en üretken, en bilgili, en nitelikli iş gücünü oluşturan ama meslek kuruluşlarının sızlanmanın, hükümeti eleştirmenin de ötesinde artık 'yardımlaşma sandığı'ndan daha ötede görevleri olduğunu farketmeleri gerekiyor

İnternet, içinden gelen herkesin dilediği her fikri, dünya görüşünü, hatta şuuraltı emellerini dökebildiği -dipsiz olduğu zannedilen- bir kuyu gibi. Uydurma bir isim ve unvan altında posta kutusu hesabı edinen herkes, kendini hiçbir kayıt altında hissetmeksizin dilediğini yazıyor, binlerce adrese tek bir bilgisayar komutu ile gönderebiliyor. Bu yüzden interneti, dünyanın şuuraltı diye nitelemek mümkün. Şuuraltı tahlilleri ile davranış bozukluklarının köküne inmeye çalışan psikanaliz uzmanları için internette cevelan eden şeylerin tahlili, son derece zengin ve çarpıcı sonuçlar doğurabilir.

Geçenlerde ismini gizlemeyi ihmâl etmeyen genç bir avukat, basın mensuplarına tellediği bir e-mektup aracılığı ile bizdeki noterlik sisteminden yakınıyor. Bu konuda noterlerin de görüşünü almadığım için mektupta yazılanları "iddia" olarak kaydettiğimi belirtmeliyim. Genç avukatın aslında milletvekillerine hitaben yazılan mektubuna göre noterlik bir nevi "ağalık" haline dönüşmüş ve yeni noterlikler açılması neredeyse imkansız hale getirilmiş. Bu yüzden mevcut noterler, nüfusu 30-40 bin kişilik kasabalarda bile milletvekili maaşını ikiye üçe katlayacak gelir elde edebilmekteymişler. Genç avukat, ince fikirlilik serdederek, milletvekillerini noterlere karşı galeyana getirmek için Beşiktaş'taki bir noterliğin gelir itibariyle milletvekili kazancını 20 kere katladığını ileri sürüyor ve 2003 yılında bazı noterlerin beyan ettiği hayli yüksek gayrısafi gelirleri sıralıyor. İddiaya göre bakanlık tarafından atanan ve hiçbir risk taşımadan görev yapan bin kadar noter, halen ayda 20 bin YTL gelir sağlıyormuş; genç avukat, neticede "şu rakamı üç bine çıkarsanız ortalama gelir ayda 5 bin YTL olur ama şu kadar işsiz avukata da iş çıkar" demeye getiriyor.

Bu şikayetin ön plandaki sebebi, önümüzdeki günlerde noterlik kanun tasarısının meclis gündemine gelecek olması imiş. Genç avukatlar da kendince kamuoyu oluşturuyor. "Birinci sınıf bir noterin bir generalden 10 kat fazla gelir sağlayıp, sırtını bakanlığa dayayarak baronlaşmasına göz yumulmamalı" diyorlar.

Türkiye'de mesleki dayanışmayı zedeleyen bu gibi iddialar, ancak internet ortamında seslendirilir nedense. Meslek mensuplarına veya kamuoyuna açık mahfillerde bu gibi acı tenkidler pek yankılanmaz. Meslek kuruluşları, ucu zülfiyâre dokunması muhtemel "iç" meselelerde ketum davranmayı tercih ederler. Oda seçimleri yaklaşınca her meslek grubu içinde dalgalanmalar yaşanır; bu hareketliliğin sebebi mesleğin iç problemlerinden ziyade ideolojik gruplaşma arzularıdır. Genel kurullarda ise içe dair meselelerde can acıtıcı özeleştirilere pek tesadüf edilmez.

Halbuki Türkiye'de kanun, hatta anayasa değişikliği yoluyla bile üstesinden gelinemeyecek pekçok meselenin halli, meslek teşekküllerinin titiz ve meslek ahlâkına uygun yaklaşımı ile pek düşük bir maliyetle çözülebilecek durumdadır. Çünkü bu meslek teşekkülleri, devletle vatandaş arasında irtibatı sağlayan -bürokrasi de dahil- nitelikli işgücü ve teşebbüs erbabını bir araya getiriyor ve temsil ediyorlar. Meselâ Türkiye'de vergi usul kanunlarının, vergi tarh ve tahsilinin başarıyla uygulanmasında mali müşavir ve muhasebeciler odası çok kritik ve önemli bir görev ifa eder. Kezâ Tabipler Odası, Türkiye'de sağlık hizmetlerinin yürütülmesinde bana göre Sağlık Bakanlığı kadar etkili bir kuruluştur. Barolar, sade vatandaşların adli sistemle temaslarında vazgeçilmezdir. Eczacılar, taşıma işiyle uğraşanlar, çiftçiler, sanayiciler, üniversite mensupları, kolluk görevlileri, mühendisler, mimarlar, işçiler, memurlar hâsılı her meslek erbâbı kendi çatısını, odasını, sendikasını, birliğini, kooperatifini kurmuş, örgütlenmiş durumda. Ne var ki Türkiye'deki meslek kuruluşlarının varlık sebebi, fiiliyatta özlük hakları veya meslekle ilgili meselelerde kamu otoritesine karşı çıkarlarını korumak için örgütlenmek gibi görünüyor. Yıllardan beri takip ederim, her genel kurul toplantısında sözcüler çıkıp hükümeti, devleti bir güzel eleştirir, neler yapılması lâzım geldiğini söyler, aksaklıkları sıralar ve alkış alırlar. Devlet hatalıdır veya gâfildir ama hükûmetler mutlaka dalâlet içindedir; konuyla ilgili bakan hakkında ise ne kadar ağır konuşulsa yeridir.

Meslek kuruluşlarının kendini kamu hizmetinden ve kamu yararından bu kadar uzakta görmesinin sebebi ne olabilir? Kağıt üstünde hepsi de "sivil toplum kuruluşu" gibi görünen meslek teşekküllerinin çoğu sivillik bilincinden uzaktır; meslek mensuplarına veya örgütlerine devletin imtiyaz bahşetmesine bayılırlar ve mesleki statülerinin kamu gücü tarafından dokunulmazl ık hâlesiyle taçlandırılmasını beklerler; halbuki o meslek mensupları da kamu hizmetinin, hatta devletin bir parçasıdır.

Belki sadece şu noktada meslek teşekküllerinin yaklaşımına hak vermek mümkün olabilir; Türkiye'de devlet o kadar merkezi bir yerde duruyor ve o kadar tayin edici, belirleyici bir gücü elinde tutuyor ki, en sivil ruhlu dernek bile bu çekim alanından tamamen sıyrılıp kendini bağımsız hissedemiyor. Bu tesbit doğrudur; Türkiye'de iş kurmak, zenginleşmek, meslek sahibi olmak, işini geliştirmek, resmi unvan sahibi olmak devletin himayesi olmaksızın asla düşünülemez. Devlet hâlâ en büyük alıcı ve satıcıdır; tanzim edicidir. Dilerse bürokratlarını sıradanlaştırır, sıradanları bürokratlaştırır; isterse zengin eder veya fakirleştirir; kişilerin ve kuruluşların ufkunu açar veya kapatır. Devletin küçülmesi, sadece gerçekten kamu hizmetlerini yürütmesi için yıllardır dile getirilen temennîler, fiiliyatta samimilikten uzaktır. En sivil ruhlu olanlarımızın bile devletten bu derece yüksek beklentiler içinde bulunması, onun küçülmesini engelliyor.

Yine meslek kuruluşlarına dönelim; her meslek kuruluşunun mensuplarının meslek ahlâkına aykırı hareketlerini denetleyen birer kurulu vardır. Bu kurulların nâdir istisnâlar dışında "kol kırılır yen içinde kalır" anlayışı içinde denetim, cezalandırma ve ödüllendirme fonksiyonlarını yarım yamalak ifâ edebildiklerini ve tam da bu noktada ellerini gerektiği gibi taşın altına koymaktan çekindiklerini düşünüyorum. Bu fonksiyonu olsun yerine getirebilmiş olsalardı kamu hizmetlerinin kalitesi artardı ve esasen kamu hizmetinin niteliği ancak böyle yükseltilebilir. Bu kuruluşların dikkati, mesleki hizmetten ziyade meslek unvanı altında iş gören üyelerin mesleki, şahsî ve mâlî avantajlarına kilitlenmiş gibidir. Devletin hem tam içinde, hem de tamamen dışında olmak gibi garip bir tezadı sürükleyip dururken nâdiren "bu işte bir tutarsızlık var" hissine kapılırlar.

Onlar ülkenin en enerjik, en üretken, en bilgili, en nitelikli iş gücünü oluşturuyorlar ama meslek kuruluşlarının sızlanmanın, hükümeti eleştirmenin de ötesinde artık 'yardımlaşma sandığı'ndan daha ötede görevleri olduğunu farketmeleri gerekiyor. Devletin eleştirildiği her konuda en azından bir meslek kuruluşu üyesinin sorumluluk taşıdığını farketmek gerek.