Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Duyulmadık, hiç rastlanılmadık bir şey değil camide çocuk cıvıltısı; hele eski Ramazanların teravih camilerinde bu cıvıltı haddini aşar, cemaatin namaz başında verdiği söz üzere imâma teslim oluşundan cesaret bularak harala-gürele bir toplu boğuşmanın tatsız gürültüsüne dönüşür.

"Hasbinallaah; bırakmıyorlar ki Allah'ın huzurunda iki rekât borcumuzu edâ edelim canım; ne kadar düşüncesiz ebeveynler var yahu" diye illet olan cemaatin haddinden fazla şekilci ve âdâb düşkünü üyeleri sinirden homur homur homurdanır, kendi zuumlarınca "namazı sakatlar", daha ilk selâmda ikincisini yarım-yamalak tamamlayıp öfkeyle dizleri üzerinden yüzgeri ederekten boş saflarda çocuk olmanın tadını çıkaran mini minilere cehennemin nasıl bir nâr-ı beyzâ olduğunu hakkıyla tasvir içün yerlerinden bir yekinirler ki...

İçlerinde, tâ en erken hâtıralarına dönüp de bir Ramazan gecesinde teravih namazının arka saflarında nasıl haşarılık ettiğini tatlı tatlı yâd ile bıyıkaltından hafifçe tebessüm edenler de çıkar elbet; bilirler ki, vaktiyle kendilerinin de câmi yaramazlıklarına katlanıp hoş görenler olmasaydı sonraki yıllarda mescidle aralarında buzdan kerpiçlerle örülmüş soğuk duvarlar yükselecek, nerde bir ezan vakti câmi yakınından geçseler tedirgin ve huzursuz adımları hızlanıp bir an evvel ezanın bitmesini umarak oracıktan bir an evvel uzaklaşmaya bakacaklardı da o bürûdet kimbilir olgunluk yaşlarının hangisine denk gelen bir çağda, "Torun torba sahibi olduk, emsâllerimiz bir kucak aksakalla geziyor; artık Allah'a yönelip, câminin odun listesine yazılmanın vaktidir" diyeceklerdi.

"Odun listesi" artık kaybolan bir câmi geleneği. Kış boyunca câminin sobasında yanacak odunu, cemaatin demirbaşları kendi aralarında tedarik ederler, usûl böyledir; kırtasiyeciden bir karton alınır, yukardan aşağı cedvelle sütun ve satırlara bölünür, en kıdemlinin adı ve vereceği paranın miktarı ilk sıraya yazılır; bir nevii devamda sebatkâr cemaat listesidir. Belli yaşın üstüne gelip de listeye yazılmayana iyi gözle bakılmaz; cenâzesinde imam efendinin suali üzerine, "İyi bilirdik; ehl-i sünnet ve'l-cemaattendir" derler ama içlerinden belli belirsiz bir istifham kımıltısı...

İşte tam da öğlenin farzına kaametlendikten sonra arka saflardan bir serçe cıvıltısı: Belki kubbeden yere düşmüş bir saka kuşu, belki bir kanarya. O anda görmemize imkân olmayan arkalarda bir yerde, yavru çalıkuşları gibi kikirdeyip duruyor. Minik adımlarının pıtırtılarını, çocukluk cevherinden fışkırıp câminin loşluğunu renklendiren küçücük kahkahalarını, kendiyle mâsum cilveleşmelerini duyuyoruz.

Aa, sarı lepiska saçlı, mavi kazaklı şirin bir kerata; bir oğlan. Son sünnet aralığında taburede namaz kılan dedesinin kucağına sığınıyor; belki birilerinin ona kızabileceğini hesaplayıverdi küçücük aklıyla. Öyle olmuyor ama; dedesi onu kucağına sarmalayıp sarı lepiska saçlarına yüzünü gömerek öpüp koklarken etrafa ne kadar güçlü bir muhabbet şuası yaydığının farkında mıydı acaba?

Eminim ki herkesin hoşuna gidiyor bu küçük cemaat anarşistinin neş'esi; kurallara aldırış etmiyor çünkü bilmiyor; eminim ki cemaatten kimse "Tövbe tövbe, bacak kadar çocuk camiye getirilir mi yahu; illallah bu gülibik dedelerden" diye ekşiyip aksilenmiyor. Herkesde derin, gizli ve müşterek bir memnuniyetin yayılıp camiyi ışıttığını, kalbleri şefkatle yumuşattığını hissediyorum; elle tutulur bir şey bu çünkü.

Biraz da lüzumundan fazla ketum ve kasvetli yerler haline getirdiğimiz mescidlerde eksik olan galiba çocuk saffeti ve mâsumiyetidir.

Çıkınca avluda etrafa bakınıp, uzaktan da olsa bakışlarımla sevip "Aferin be çocuk; çok yaşa sen" demek geliyor içimden ama gidivermişler.

Dedesi ona câmide uslu durduğu için köşebaşındaki büfeden çikolata alıyordur mutlaka. Hakkıdır; pek az şey o çikolata kadar helâlinden kazanılmış bir şeydir bence.