Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bu yılın bahar aylarında İtalya Apo'ya, bizim havsalamıza sığmayacak derecede anlayışlı, hatta misafirperver davranınca ucuz milliyetçilik histerilerinin İtalyan Konsolosluğu önündeki kaldırımlarda nasıl bir sebzevat gösterisine yol açtığını hatırlar mısınız? Hani kuklalar yakılıyor, bazı 'müttefik' devletlerin milli sembolleri ayaklar altında çiğneniyor, bugün millete 'itidal' tavsiye eden gazete manşetleri o gün pejmürde kışkırtıcılığın dikalasını yapıyordu. O gün akl-ı selim sahipleri halkın milliyetçilik damarının bu kadar örselenmesini doğru bulmamışlardı. Genel seçimler, Apo'nun şaşırtıcı bir süreç sonunda Türkiye'ye teslim edilmesinin yarattığı iyimserlik atmosferinde yapıldı ve Apo faktörü bugünkü siyasi yelpazenin teşkilini önemli nispette etkiledi.

Bugün farklı bir yerdeyiz. Apo'nun Suriye'den çıkarılmasıyla başlayan gelişmeler zinciri, Avrupa Birliği'ne adaylığımızın tescillenmesi noktasında bulunuyor. Apo'nun ele geçirilmesi ve yargı sürecinde evcilleşivermesi ile AB'ye 'aday' kabul edilmemiz arasında bir ilişki var mı? Şüphesiz! Nitekim bugün idam cezasının kaldırılması zımnında Apo'nun müebbed hapse mahkum edilmesini dillendirmek için kuş diliyle kekeleyenler, henüz bu yılın başlarında pek pervasız konuşuyorlardı.

O gün hamaset histerisine kapılmak yanlış ve yersizdi; ama bugün gerçekten 'millici' davranmak gereken bir şuur sahnındayız; işte tam bu noktada ne kadar hissi, hamasi ve millici tepki gösterilse yeridir. Mesele Apo'nun asılıp asılmaması noktasını çoktan geçti ve aslında hepimiz biliyorduk ki mezkur şahıs Kenya hava sahasında bir Türk uçağına bindirildiği andan itibaren idam edilmek suretiyle cezalandırılması ihtimali ebediyen ortadan kalkmıştı. Mesele başka: Mesele, Avrupa Birliği'ne tam üye olarak kabul edilmemiz için, Kopenhag şartları vesair gibi belgelerdeki standartlara erişmek yolunda sıcak ümitlere kapılmış olmamız. Eğer bu ülkede birileri Kopenhag kriterlerinin ve bu doğrultuda siyasi hukukun, gıda standartlarının veya sağlık altyapısının Türk insanına sadece Avrupa Birliği'ne duhul etmek için gerekli olduğunu düşünüyorlarsa (ki aşikar hakikat budur), bu yaklaşımın ardında ne kadar hakaret ve aşağılama gizlendiğini fark etmemiz gerekir.

'Hele bir Avrupa Birliği'ne girelim, böylece sair zamanda kendi halkına evrensel standartları layık görmeyen bir yönetimi de açık düşürmüş oluruz.' düşüncesi pek yaygındır ve korkarım ki aynı düşünce pek çok 'seçilmiş' tarafından bile paylaşılmaktadır. Halbuki dışardan bakıldığında Türk toplumuna Kopenhag kriterleri istikametinde liberal siyasi haklar bahşedilmesi, bir vaftiz işlemi anlamına gelmektedir. Milli hassasiyetin tavana vurması gereken nükte işte burada! Modern dünyanın standartlarına erişmek için, çok makul, hatta hayati vazgeçilmezlikte şartlardan mürekkep bir vaftiz sürecinden geçirilmeye mecbur kalmak haysiyet kırıcı. Yüzme havuzuna girmek için önceden duş yapmak gerektiğini kapıdaki görevlinin hatırlatmasına fırsat tanıdıktan sonra bir an evvel duş almak için kabinlere seğirtmekte de böyle bir haysiyet örseleyici mana yok mu?

Avrupa Birliği'ne girelim veya ebediyen dışarda kalalım; ma'şeri ve milli şuur, Türk toplumuna yaraşan siyasi hak standartlarını kendi 'kuvve'lerimizle sahiplenmemiz gerektiğini emretmelidir. İşte burada milli şuur ve vicdanın kıyamını arzuluyor gönül; aksi halde AB'ye girmek tasavvurumuz şu aşağılayıcı tespitin kapsamından kurtulamayacaktır: 'Haydi yüzme havuzuna girelim; üstelik havuza girmeden bedava duş almak keyfi de cabası!'

Bu ayrıntı kıymığının yeterince can acıttığından emin değilim. Liberal demokratik haklara ancak AB üyeliği vasıtasıyla erişebileceğimizi hesaplamak, milliyetçi tepkilerin boşanmış bir zemberek gibi harekete geçmesini doğurmalıydı. Ufukta böyle bir hassasiyet görünmüyor. Adam yerine konulmak mukabilinde vaftiz suyuyla ıslanmakta 'duş keyfi' bulmaklığımız ürkütüyor beni. Birileri 'şart' koşmaksızın kendi irade ve kuvvelerimizle demokratik kemale erişemeyecek isek 'anlam' ortadan kaybolmuyor mu?

Biz hep 'muasır medeniyet seviyesi'ni, peronda kalkmak üzere hareketlenen bir tren, kendimizi ise trene yetişmek için didinen birisi gibi tasavvur ettik. Bu tasavvur yanlış; doğru olan kendi trenimizde yolculuk etmekti!