Milliyetçilik mi, medeniyetçilik mi?

Günümüzde milliyetçilik, millet fikrini takib yerine "medeniyet" fikri üzerinde odaklanmalı. Daha doğrusu "milliyetçilik" yerine çok daha kapsamlı ve birleştirici bir tarif olan "medeniyetçilik" konulmalı. Milliyetçiler, kendi medeniyetlerini yeniden üretmek için çaba göstermeli,

zaman zaman küçüklük kompleksinin ârazları gibi görünen milliyetçi tepkileri kolayca dışa vurmak yerine "medenî teemmül" tarzı eylemleri tercih etmeli. Yine milliyetçilikten bahsetmeliyiz, çünkü Türkiye'de milliyetçi cereyan yükseliyor ama bu yükselişin fikri altyapısı cılızdır ve bu fikri cereyan doğru tarzda mihverine konulmamıştır.

Milliyetçilik fikri, 'millet'in el'an yaşayan ve belirli vasıfları üzerinde taşıyan bir varlık olduğu fikrine yaslanır. Bir milliyetçi için 'yaşayan millet'i hissetmek, onun varlığından emin olmak ve güç almak esastır. Her milliyetçi, yaşadığı hadiseleri zihninde kristalleştirdiği ideal toplum'un (millet) vasıfları ile karşılaştırarak bir değerlendirme yapar ve kendince bazı neticelere ulaşır. Bu kaçınılmaz bir mukayesedir ve milliyetçiliğin niçin bu kadar tarihe vurgu yaptığını, tarihi başarılardan güç aldığını da izah eder: Çünkü hâl-i hâzırda görülemeyen, yaşanamayan olumlu özellikler tarihte vardır. Nesiller arasında süreklilik varsa, tarihteki olumlu niteliklerin yeniden su yüzüne çıkacağı varsayılır. Esasen milliyetçilik hâl, yani şimdiki zaman ile mâzi arasındaki çelişkilerin ortaya koyduğu bir savunma ve varolma biçimidir; hâl-i hâzırdan şikâyet duyulmamış olsa, milliyetçiliğin -Türkiye örneğinde olduğu gibi- her zaman gündemde kalan bir önem taşıması mümkün olmazdı.

Vaktiyle mevcut bulunduğu varsayılan milletin idealize edilmiş haliyle, milletin yaşayan son nesli (halk) arasındaki çelişkileri izah etmek de milliyetçi düşüncenin başlıca görevlerinden biridir ve genellikle şöyle bir izah tarzı getirilir: Yaşayan halk ile tarihte sürekliliğini devam ettiren millet arasındaki fark, yaşayan kuşakların tarihlerini yeterince bilmemelerinden, milli benliklerini inşa edememelerinden, dillerine itina etmediklerinden, başka toplumlara özenmelerinden ve milli birlik duygusundan uzaklaşmalarından kaynaklanmaktadır. Milliyetçilerin görevi ise yaşayan kuşağa bu 'şuur'u telkin ederek hâl ile mâzi arasında köprü olmaktır.

Türkiye'de işler başka türlü seyrediyor; mâzideki millete atıf yapılmak gerektiğinde karşılaşılan manzara, bugün anlaşıldığı şekliyle modern mânâda bir milletten çok farklı bir şeydir: Osmanlılar millet kelimesini bilir ama bugünkünden çok farklı mânâda, bir dine inananlar topluluğunu siyasi anlamda nitelemek için kullanırlardı (Ermeni milleti, Katolik milleti gibi). Osmanlılar da kendilerini İslâm milleti diye tarif ederler, siyasi mânâda ise Devlet-i Aliyye tebâsı tanıtırlardı. Bu durum, bir milliyetçi için iyice tahlili gereken bir düğümdür. Osmanlı asırlarını dışarda bırakarak tarih analizi yapmak mümkün olmuyor; bu vaktiyle denendi ve ama terkedildi. Türk milliyetçiliğine fikri mânâda büyük katkılar yapan rahmetli Erol Güngör'ün üniversitedeki "bazı milliyetçi arkadaşları" tarafından "Osmanlıcı" diye hakarete uğradığı demler geride kaldı meselâ; kaldı ki Osmanlı asırlarını yok saymak, tarihi devamlılığı içinde Türk milletinin adresini kaybetmek demekti.

Bu bir açmazdır; Osmanlılar milliyetçilik fikrini takib ile altı asır hükümran olmuş değildi; onların siyasi başarısını bir başka kimya ile açıklamak lâzımdır. Osmanlı münevverleri, yıkılışın artık açık seçik belli olduğu son elli sene içinde bu kimyayı yeniden hatırlamak için büyük gayret sarfettiler; içlerinde İslâmcılığı (ümmet fikri etrafında toparlanmak), Türkçülüğü (ırkî öze dönüş), Batıcılığı ve Osmanlıcılığı çare olarak görüp savunanlar oldu. Hemen belirtelim ki Osmanlı'nın yıkılışında ideolojik sebeplerin müsbet ve menfi mânâda büyük tesiri görülmemiştir; keza Cumhuriyet'in teşekkülünü de bir ideolojinin başarısı olarak değerlendirmek en azından hata olur. Böyle büyük çaplı hadiseler, içinde elbette ideolojik faktörlerinde de eser miktarda yer aldığı, daha fazla sayıda ve hacimde sebeplerle izah edilmelidir.

Osmanlılar tek başlarına medeniyet kurucusu sayılmasalar bile, içinde yaşadıkları medeniyeti ayakta tutmak, geliştirmek ve zenginleştirmek adına çok önemli gayretler gösterdiler; onların tarihi süreçte yaptıkları en dikkate değer iş, kaydettikleri en parlak başarı, işbu medeniyet hamlesini siyasi çatıları altında geliştirmek ve yaymak oldu. Osmanlı'dan bugüne fikri ve medenî plânda kalan en büyük miras işte bu medeniyettir. Osmanlılar bu medeniyet fikri etrafında muhtelif milletleri, etnik ve dini toplulukları bir araya getirdiler ve Osmanlı kamu nizamı çerçevesinde barış içinde bir arada tuttular. O halde bir milliyetçi için hâl ile mâzi arasındaki ilişkileri irdelerken atıfta bulunulması gereken en yakın başarı örneği, Osmanlıların yürüttüğü, yaşattığı ve geliştirdiği medeniyet hamlesidir. Osmanlı varlığı içinde Türk unsurunun izlerini sürmek bana göre fuzuli ve neticesiz bir gayrettir ve pek yanıltıcı sonuçlar verebilir. Bugünün Türk milliyetçisi, Osmanlı'nın siyasi idare tarzını (hanedan monarşisi ve daha sonra meşruti monarşi) örnek alıp yeniden ihyâsına çalışacak değildir; kendisine onların askeri başarılarını tekrarlamak gibi bir hedef de koyamaz; Osmanlı asırları içinde bir milliyetçinin örnek alması gereken şey, onların kendi medeniyetlerine hayatiyet yükleyen enerjileridir. Osmanlıların yaşattıkları medeniyet, aynı zamanda bütün Osmanlı coğrafyasını ve komşularını da derinden etkileyen bir hayat tarzı idi ve bu hayat tarzı kendine mahsustu; Osmanlı dünyası batıdan ve doğudan farklı bir hayat telakkisi ihtiva ediyor ve bu hayat telakkisi siyasette, mimarlıkta, sanatta, kamu idaresinde, diplomaside, lisanda, mutfak kültüründe, giyim-kuşamda, eğlencede, hâsılı bütün hayat tarzında kendine mahsus çizgiler taşıyordu.

Osmanlı'yı büyük kılan, askeri fetihleri değil, kendine dair bir medeniyet tasavvuru inşâ edip onu başarıyla sürdürmesinde idi. Aranması ve illâ ki bulunması gereken kimyâ da odur.

Bu yüzden günümüzde milliyetçiliğin, millet fikrini takib yerine "medeniyet" fikri üzerinde odaklanması gerekir diye düşünüyorum. Daha doğrusu "milliyetçilik" yerine çok daha kapsamlı ve birleştirici bir tarif olan "medeniyetçilik" konulmalıdır. Milliyetçiler, kendi medeniyetlerini yeniden üretmek için çaba göstermeli, zaman zaman küçüklük kompleksinin ârazları gibi görünen milliyetçi tepkileri kolayca dışa vurmak yerine "medenî teemmül" tarzı eylemleri tercih etmelidirdir.

Osmanlılar, "milliyetçilik" yaparak değil ama nihai tahlilde elbette 'milli siyaset'ler üreterek medeni ve siyasi başarılara imza attılar. Bu noktadan hareketle, "milliyetçilikten vazgeçilsin, Osmanlıcılık yapılsın" anlamı çıkaranları i'zanlarıyla başbaşa bırakmaya, tercih ederim. Söz konusu olan milliyetçiliğin ufkunu açmak ve ona yeni hayat menfezleri aralamak için bir tartışma zemini açmak gayretinden ibarettir.


Kaynak (Arşiv)