Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

SEKA'nın kapatılması üzerine basında en manidar ve önemli yazıyı, önceki pazar günü Milliyet'te Güngör Uras kaleme aldı. Başlığı sertti: "İşçiler SEKA'yı sattı" ve şöyle devam ediyordu: "SEKA işçileri de, sendikaları da (kusura bakmasınlar bu yazdıklarıma, ama gerçek o ki) fabrikayı sattı. Sadece fabrikayı değil, onları destekleyenleri de (bu arada beni de) sattı.

SEKA işçilerinin ve de sendikanın mücadelesine arka çıkanlar, yollara dökülenler, gösteri yapanlar, yazı yazanlar inandılar ki, işçiler ve sendika (1) Özelleştirme politika ve uygulamalarına karşı çıkıyor. (2) SEKA'nın parça parça satışını ve de İzmit fabrikasının kapatılmasını önlemeye çalışıyor. (3) İzmit fabrikasının, İzmit ekonomisi için önemine inandıklarından fabrika yıkılarak yerine park yapılmasın, diyor. (4) İzmit fabrikasında bulunan yepyeni makinelerle ülke ekonomisine katkıda bulunmak, üretimi sürdürmek istiyor. Halbuki onlar ihbar ve kıdem tazminatlarını aldıktan sonra, İzmit'te bir kamu kuruluşunun bordrosuna girmekten başka bir şey istemiyorlarmış. Belediyenin işçi bordrosundan ayda 1 milyar TL maaş almaya razı oldular. SEKA'nın 'O, yepyeni ve üretim yapılabilir.' dedikleri makinelerinin hurdaya gitmesine, 'O, yaşamalı dedikleri fabrika binasının yıkılmasına', fabrikanın, parka dönüşmesine razı oldular... 'Bizim kanımızda SEKA'nın kanı dolaşıyor.' diyen fabrika işçileri, yıkılacak fabrikanın yerine yapılacak belediye parkında, belediye işçisi olarak, çimleri sulamaya, yolları süpürmeye razı oldular."

Bu yazı, henüz rüştünü kazanmamış "Türk İşçi sınıfı tarihi"nin mezar taşı kitâbesi olarak kayda geçirilebilir.

Ben Güngör Uras'ın yerinde olsaydım, kendimi en azından aldatılmış hissetmezdim; büyük beklentiler büyük hayal kırıklıkları doğuruyor. Türkiye'de işçiler, bu neviiden beklentileri göğüsleyecek bir sahicilik mevkiine hiç gelemediler. Kamu adına işletilen ve sistematik tarzda zarar eden fabrikalarda çalışanların "işçi" sıfatı, İş Kanunu'nun bir nüktesi, hatta muzipliği gibi yorumlanmalıydı. KİT işçileri, en güçlü oldukları 1965-80 yıllarında bile nitelikli emeklerini rekabete açık tutabilecek bir işgücü kalitesine erişemediler. Aslında birer "kamu personeli" olmanın dayanılmaz avantajı onları sınıf bilincinden uzaklaştırdı. Devletin işveren, ağzı laf yapan işçi önderlerinin sendikacı, sosyal güvenlikten başka hedefleri olmayan kamu personelinin işçi rolü oynadığı bir, "...mış gibi yapmak" müsameresiydi bu. İşçi-sendikacı-işveren devlet sacayağının en masum elemanı işçilerdi. SEKA İşçilerinden hükümeti dize getirecek ölçüde metanet beklemek, aydın takımımızın gitgide ufalanan romantizminin son ışıltılarıdır. SEKA'lı işçiler, fabrikalarından kolayca vazgeçip onun yerine iş güvencesi teklifine razı oldular.

Özel sektöre ait işyerlerinde sendikal hareketin, 12 Eylül öncesi şaşaasını mumla aratacak derecede cılızlaşması endişe vericidir. Devlet memurlarına kâğıt üzerinde sendika hakkı tanınmasına ve yine kâğıt üzerinde sendikalı sayısı artmış gibi görünmesine rağmen Türkiye'de çalışanlar, işgüçlerini serbest rekabete ve dolayısıyla pazarlığa yetecek derecede geliştirebilme şansı bulamadılar. Devletin işveren rolünü oynadığı işyerlerindeki "kâğıttan kaplan" sendikalar, sendikal hareketin gelişmesine istemeden de olsa darbe vurdular. Yüksek işsizlik oranı, açıktaki kalifiye işgücünün bıçak sırtındaymış gibi tedirgin bir hâlete bürünmesi, emek-sermaye dengesini çalışanlar aleyhine bozdu.

SEKA'lı işçilerin teslimiyeti Türkiye'nin gerçeklerine uygundur; artık "...mış gibi yapacak yer kalmadı"; "...mişli geçmiş" devri bitti. Bir türlü erginlik çağını atlatamayan Türk işçi sınıfını zor günler bekliyor.