Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Cama yapıştırılmış ilânda ayrı yazılması gerekirken bitişik yazılmış "de, da" ekleri dikkatinizi çeker mi; bununla kalmayıp o ilan metnini yazan, yazdıran kişi veya kuruluş hakkında "daha ekleri yazmayı bilmiyor; demek ki lâubali" diye düşünerek peşin bir güvensizlik hisseder misiniz?

Duvara asılı levhalardaki küçük çarpılmaları farkedebilir misiniz (bazıları doğuştan farketmez ve ilgilenmezler!); bu sizi rahatsız eder mi, ille de düzeltmek lüzumu hisseder misiniz? Geometrik bir intizam içinde bulunması gerektiği halde çarpık duran nesneleri bakınca hemen görür müsünüz?

Renk bilginize güvenir misiniz; eşyayı yeniden düzenlemek gerektiği hallerde saçmalamamayı başarır mısınız?

Harflerle, harflerin taşıdığı karakterle ilgilenir misiniz; kapı zilindeki etikette isminizin hangi karakterle yazıldığına aldırış eder misiniz? Sesle sükûnet; lekeyle boşluk arasındaki oranlar sizi hiç ilgilendirmiş midir? Proportion kelimesini daha önce duydunuz mu? Nesnelerin biçimi, içinde ve arasında yer aldığı şeyler arasındaki durumu, görünüşü, uzayda kapladığı hacim sizi rahatsız eder veya sizde hoşnutluk uyandırır mı?

Kötü imal edilmiş Atatürk heykellerini, büstlerini ve anıtlarını işaret ederek, "Çekin fotoğraflarını, bize gönderin, yayınlayalım" kampanyası açan eski bir gazetecinin yazdıklarını okuyunca aklıma hemen bu sualler hücum ediverdi, şöyle düşündüm: Acaba bir gazetecinin estetik algı ve değerlendirmesinde ani bir intibah, sansasyonel ve inkılapçı tarzda bir boyut değişikliği vukû bulabilir mi? Hani yerli filmlerde olur, kaza ile gözlerini kaybeden esas oğlanın başına saksı düşünce gözleri açılıverir... Veya kısaca şöyle ifade edebiliriz: Daha önceleri neredeydiniz?

Kötü ve çirkin Atatürk büstlerinin resmini çekip göndermekte bir marifet görmüyorum; asıl marifet iyisini bulmaktır, çünkü yok gibidir, çünkü nâdirattandır, çünkü ideolojik tahakküm ve illüzyon yüzünden bütün bir şehir ahalisinin, okumuş-yazmış takımının, kerli ferli bürokrat takımının ve subaylarımızın basireti cümleten bağlanmış gibidir. Atatürk mevzubahis olunca estetik, pazarlanan ürünün kalitesi, eserin fikrî derinliği gibi şeyler aniden teferruat haline gelmektedir! (Bu sözü nerden hatırlıyorum ya Rabbi?)

Atatürk büst ve heykellerinin kendi çapında bir ticari sektör haline gelmesine, insanların bundan para kazanmasına asla karşı değilim ama sanatta sahtekârlığa, ucuzluğa, kandırmacaya tahammül edemem. Bu hususta şimdiye kadar en az üç kere yazdığımı hatırlıyorum, kıdemim var ve kıdemime binaen konuşuyorum: Asıl mesele nedir bilir misiniz; bu gibi "sanat" eserlerine muhatap olan bizlerin algısındaki lâkaydî, daha doğrusu görgüsüzlüktür.

Dağ başında bir köy ilkokulunun bahçesindeki büstten bahsetmiyoruz, Ankara'da Deniz Kuvvetleri Komutanlığı binasının birkaç katını birden kaplayan o garip, o kötü, o aslına karşı hakikatsiz rölyeften bahsediyoruz. Bu gülünç örnekler orada durabiliyorsa yapanı, yaptıranı değil neyin ne olduğunu bilip farketmeden seyredenleri suçlamak gerekiyor.

Burhan Altıntop'a "kitch" seviyesindeki sanat zevki ve algısı dolayısıyla hepimiz gülüyor, gülerek eleştiriyoruz fakat içimizdeki Burhan Altıntoplar, kırsalından yeni gelmiş kasaba çocukları değil; bunlar bürokrat yahu; bunlar okur-yazar adamlar, bunların mühimce bir kısmı akademisyen üstelik. Kemer askısına eşantiyon anahtarlık takıp da sonra hiç hazetmedikleri halde klasik batı müziği konserlerinden sonra "işte çağdaşlık bu" diye gerdan kırarken görebiliriz bunları mesela. Bu gibi eserlerin alıcısı onlardır daima, üstelik daima "kamu adına" alışveriş eder abilerimiz...

Bu memleket, okumuş evlatlarından çektiğini, kimselerden çekmemiştir arkadaş; misal Burhan Altıntop...