Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Mostar Köprüsü"nün açılışı bugün yapılıyor; köprünün inşâsındaki Türk hissesi fevkalade önemli ve anlamlıdır.

Eski tâbirle "Avrupa-i Osmânî"nin yani Osmanlı Avrupası"nın kalbi ve timsâli ve bu eserin bize bugün hatırlatması gereken mânâ, Osmanlı devletinin Rumeli sıkletli bir beşeri coğrafya mantığı üzerine istinad etmesiydi. Osmanlıların Maraş"tan, Trabzon"dan, Erzurum"dan, Diyarbakır"dan çok önce Rumeli topraklarına nüfuzu âşikâr ama az bilinen bir nüktedir. Balkanları, uzun bir çekilme döneminin nihâyetinde 1912"deki büyük Balkan bozgununda kaybettik ve âkıl olanlar o gün "devletin ciğeri söküldü" teşhisini koymuşlardı. Cumhuriyet kuşakları hep Türkiye haritası seyrederek büyümüşler ve kuzeyden güneye Sinop İskenderun, doğudan batıya Van İzmir ekseninde hayli simetrik bir tamamlanmışlık hissi veren bu coğrafyayı, tabii, mükemmel ve yeterli bir vatan coğrafyası addederek benimsemişlerdir. Halbuki Osmanlı devleti bir Balkan ve dolayısıyla bir Avrupa ülkesiydi. Lousanne"da çizilen harita ise Türkiye"yi ister istemez bir Ortadoğu ülkesi şekline koymuştur. Yeni düzenlemede sadece yüzölçümü bakımından değil, coğrafya mantığı itibariyle de bir kayıp ve eksen kayması söz konusudur ve bu eksen kayması aleyhimize tecelli etmiştir. Uzun Hasan"a karşı kazandığı Otlukbeli Meydan Harbi"nden sonra düşmanın takib edilmesini teklif eden erkân-ı harplerine Fatih Sultan Mehmet, devletin tabii hudutlarının Fırat"la Tuna arasında olduğunu ve üzerine galebe edilen ordunun neticede bir İslâm kuvveti sayılması gerektiğini belirterek takibi reddetmişti. Nitekim Irak, Kudüs, Hicaz ve Mısır"ın fethi, devletin siyasi ve bürokratik yükünü artırmasına rağmen Osmanlılar bu bölgeleri özel idari statü altında tutmayı tercih ederek coğrafi mantığı dikkate aldıklarını göstermişlerdi. Zamanla şartlar değişir elbette ama siyasi coğrafyanın mantığı zembereğe benzer ve tabiatındaki eğilimleri uzun müddet muhafaza eder.

Mostar Köprüsü, Türklerin Avrupa"daki yeni varlık biçimine de model teşkil etmeli. Sadece siyasi ve tarihi hatıraların özgül ağırlığı üzerine yaslanmak yerine Türkler üretkenlikleriyle, iş organizasyonundaki maharetleriyle, teşebbüs ruhunu ateşlemeleriyle, eğitim ve kültür sektörlerinde aktif ve canlı işbirliği kanallarını daima açık tutmalarıyla Avrupa"yı yakın markajda bulundurmaya mecburlar. Balkanları, yani Avrupa-i Osmânî"yi yeniden merkezi idareye bağlamak tasavvuru lüzumsuz olduğu kadar imkânsız da ama Türkiye siyâsî, iktisadi, kültürel ve eğitim aktiviteleriyle Balkanları yakın ilgi alanı içinde görmeli.

Diplomatik ilişkileri istatistik diliyle ifade mümkün olsaydı son Osmanlı asrının, ilk Cumhuriyet asrına nazaran daha yoğun bir tarzda Avrupa ile münasebetlere sahne olduğunu görebilirdik. Lousanne"da rıza göstermek zorunda kaldığımız batı hududu, Türklerin Balkanlardan daha doğuya itilmesi anlamına geliyor; bugün bile Adalar Denizi"ndeki hükümranlık haklarımız, sahillerimizden itibaren ses ve görüş mesafesi derecesinde Anadolu anakıtasına doğru geriletilmiştir. Buna mukabil doğudaki nüfuz alanımız, istikrarlı İran hududu haricinde Musul ve Kerkük noktasında geriletilerek şimdiki güneydoğu sınırlarımız belirlenmişti. Yani Türkiye, masa başında anakıtanın başladığı Ege sahilleriyle, o günlerin bilinen en verimli petrol kaynaklarından istifade etmemesine dikkat gösterilerek savunması daima büyük masraf ve siyasi problem gerektiren güneydoğu sınırları arasında bloke edildi.

İnşallah tarihi Mostar Köprüsü"nün yeni çehresi Balkanlarda ebedi barışın da sembolü olur ve Türklere Avrupa"daki manevi ve kültürel verâset haklarını yeniden hatırlatır; bu zihin tazelenmesine ihtiyacımız var çünkü AB"ye üye olamasak bile Avrupa ile çok iyi komşuluk ilişkileri geliştirmemiz gerekiyor.