Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Muaviye'yle ilgili yazı bir ölçüde dikkat çekti ve bu gibi meselelere eğilmek gerektiğini farkettim. Olumsuz yaklaşanlar da vardı ama beni en çok gülümseten, “Bu yazı Muaviye'nin aleyhinde mi lehinde mi anlayamadım!” mealindeki mektuptu.

TARİH BAŞKA, MİTOLOJİ APAYRI...

Muaviye tarihi bir aktör; hayatı, yönetim tarzı ve yaptıkları hakkında bir fikir edinebileceğimiz derecede zengin malzeme var. Tarihi aktörler ve figürler hakkında olumlu veya olumsuz fikir geliştirmek, tarihi ciddiye alan herkesin en tabii hakkıdır. O bir esâtir kahramanı, bir efsâne veya mitoloji unsuru değil, bildiğimiz tarih dışında bir yerde durmuyor. Meselâ Kur'an kıssalarında adı geçen, Karun, Aziz (Hz. Yusuf devrinin firavunu), Ashab-ı Kehf, Zülkarneyn, Nemrud, Hâmân gibi isimler, izah etmeye çalıştığım mânâda tarihi birer aktör değildir. Bunlar hakkında tarih disiplininin ele alıp inceleyebileceği belge, şahitlik veya kronik türünden kaynaklar yok zaten. Onları sadece Kur'an'da zikredildiği kadarıyla tanıyor ve biliyoruz; kezâ zikredilen bütün peygamberler de aynı cümledendir. Gerçi İslâmi literatürde “İsrailiyyat” diye adlandırılan ve kadim Yahudi tarihçi ve din adamları tarafından kaleme alınmış edebiyatta bu benzeri efsânevi şahıslar hakkında hayli mâlumat bulunuyor ve bu mâlumat önemli ölçüde tefsirciler tarafından rağbet görmüştür. Ne var ki bu mâlumat yığını ‘tarih'in ilgi alanına giremiyor; o yüzden esatir kahramanları ve efsaneler hakkında kritikte bulunmak gereksizdir. Onlar sadece ‘ibret' duygumuza hitab ederler.

Mukaddes kitaplarda, insanlara bir ibret olmak üzere nakledilen bu kıssalar ve meseller, ancak inanç alanında kalır; oysaki tarih inancın ötesine taşar. Olgulara vesikaların ışığında yaklaşır, inceler, tartışır ve müsbet-menfî bir hüküm verir.

Dolayısıyla, “Aman efendim bunlar gelmiş-geçmiş kişiler ve eski meseleler; bu defterleri kurcalamanın âlemi yok. Zaten büyüklerimiz de tartışılması netâmeli bu gibi konular hakkında ağzı olanın ileri geri konuşmasını hoş karşılamamışlardır. Fitneyi uyandırıp azdırmayalım” türünden örtbas edici tavır doğru değil. İslâm tarihinin bütün devirleri eşit derecede ilgi alanımıza girmelidir çünkü İslâm âleminin hicrî 15. asırda yüzleştiği problemlerin hemen hepsinin tarihi kökleri var; bu köklerle iyi veya kötü her gün yüzleşiyor, problemlerimizin mahiyetini tanımaya çalışıyoruz.

Ne var ki tarihin belirli bir kısmını tartışmaya kapatmak, ecdad güzellemesi yapmak ve Müslümanlar için son derece hayatî konulara tabu getirmek, sağlıklı düşünceyi, akıl yürütmeyi, mukayeseyi ve nihayetinde önyargısız eleştiride bulunmayı engelliyor.

BAKIŞ AÇISI (ŞAPKA) ANLAM VE HÜKMÜ ETKİLER

Daha sarih ve net konuşmak için aynı örnek üzerinden gidelim: Muaviye hakkında fikir beyan etmeden önce kendimize bir şapka seçmemiz gerekiyor. Tarih kritiği şapkasını seçenlerin yaklaşımını izah etmeye çalıştım; onlar meseleye önyargısız, Batılı bilim çevrelerinin tarifiyle kinsiz ve sempatisiz eğilirler; belgeleri kontrol eder, şahitlikleri ve rivayetleri soruşturur, meseleyi tarihi olayların ‘siyak ü sibâk'a, yani öncesi ve sonrasının oluşturduğu anlam bütünlüğü içine yerleştirerek anlamaya çalışırlar. Onlar için sözü geçen kişinin ‘dinen' taşıdığı önem ayrı bir yerde durur ve analize tesir etmez.

Mensup bulunduğumuz mezhebin bakışı (şapkası) farklıdır. O şapka, bizden önceki (tarihçilerin değil) din âlimlerinin hükümlerini önemsemeyi gerektirir ve bu hükümler eğer tarihi kişi hakkında “Gıyabında konuşup günaha girmeyelim; onlar hakkında hükmü Allah vermiştir, bize didiklemek düşmez” diye bir rezerv koymuşlarsa, tarihi kritik bir anda günah-sevap veya mekruh-mendup gibi dini ölçülerin dünyasına giriverir.

Kaldı ki farklı şapkalar da var geride. Şii dünyasından kimse Muaviye'ye muhabbet ve hürmet duymaz; işin garibi Sünnî ekolün tarih anlatıcıları Hz. Ali-Muaviye geriliminde neredeyse ittifakla Hz. Ali cephesine gönül bağladıkları için (ki yazarınız da tabiatiyle bu zümre içinde bulunuyor) Sünnîler de Muaviye'den hazetmez ve en azından çocuklara ismini vererek nâmını yaşatmazlar.

Aynı nüans Kerbelâ faciâsında daha belirginleşir. Faciayı Sünni kaynaklardan okuyanlar, kendilerini Kerbelâ çölünde Hz. Hüseyin'in safında hisseder ve Yezid'den nefret ederler. Bu nefret öyle büyük ve yaygındır ki Kerbelâ faciasını tarih disiplininin soğukanlı kriterleriyle tahlil etmeye bile kimse istekli değildir. Hâdise, vicdanlarda tarihi olmaktan ziyade dini ve esâtiri bir mânâya bürünmüş, yani son söz çoktan söylenmiştir. Dolayısıyla kimse kolay kolay ‘Tutmayın beni, objektif tahlil yapacağım' diye ortalığa düşüp dini değerler alanında ilmi hükümler geliştirmeye cesaret edemez. Kerbelâ artık inanç dairesine girdiği için, soğukkanlı ilmi tedkiklere konu olamaz. Tarihi hadiseleri inancın himâyesine almanın zararını bütün Müslümanlar görüyor.

MUAVİYE NİÇİN ‘MODERN'?

Muaviye'nin teşkil ettiği örnek, soğukkanlı tahlile daha müsait ve önceki yazıda kısmen bunu yapmaya çalışmıştım.

O, bugünün gazetelerinde bile benzerlerine rastlayacağımız kadar modern vasıflar gösteren bir yöneticidir. Başarılı bir siyaset adamıdır, iktidara tutkundur. Rakiplerini safdışı bırakmakta hangi vasıta daha az maliyetli ise ona bavurmaktan çekinmez. Yönetim işlerinde dini kıstaslardan ziyade kendisini başarıya götürecek unsurları tercih etmesiyle hafif tertib laik (ama daha çok Makyavelci) bir çizgide ilerlemekle birlikte işine geldiğinde âyet ve hadisleri şahit göstererek eylemine meşrûluk kazandırmaktan da vazgeçmez. İnatçı değildir; ebedi dostu ve düşmanı yoktur. O devrin şartları ölçüsünde kamuoyunu mükemmel yönlendirmesi ve kontrolünde tutmasıyla tanınmıştır. İşte bu gibi vasıfları, onu ‘modern' kılıyor; aslında modern maksadı tam ifade edemeyen, şanssız bir sıfat. Muaviye, bütün çağlar boyunca en çok örneğini gördüğümüz politikacı tipinin İslam tarihindeki ilk prototipidir. Onun politik davranışlarını, bir kısmımızın sandığı gibi dini esaslar ve ‘takvâ' değil politik çıkar ve başarı belirlemiştir. Muaviye'nin benzerlerine her ülkenin millî tarihinde rastlayabilirsiniz; bu haliyle ‘evrensel' bir nitelik gösteriyor.

MUAVİYE'NİN BENZERİ NİÇİN ÇOK; HZ. ÖMER'İN BENZERİ NİÇİN ÇOK AZ?

Muaviye örneği, bütün askeri ve idari başarılarına rağmen (İslâm devleti onun zamanında bir dünya gücü olmuştu) Müslümanlar için hayal kırıklığı uyandırıyor çünkü biz, Müslüman sıfatlı yöneticilerde siyasetin evrensel arazlarını değil, İslâm'ın müteâl vasıflarını görmek istiyoruz. Her yöneticiden bir Hz. Ebubekir dirâyeti, bir Hz. Ömer adâleti, bir Hz. Osman adanmışlığı, bir Hz. Ali vicdânı ve bir Ömer ibn-i Abdülaziz takvâsı bekliyor ve umduğumuzu bulamayınca üzülüyoruz. Beklentilerimiz yüksek fakat tarihin genel hikâyesi içinde biraz yersiz bir beklenti. Muttakîliğini yöneticilikleri esnasında gösterebilenler sayıca çok az ve bunlar elbette hüsn-i misâl olarak yüceliyorlar. Tarihin hikâyesi bize farklı bir şey söylüyor ve diyor ki, “Yöneticiler, eğer yönetim sistemi tarafından sınırlandırılmaz, denetlenmez ve hesap sorulamaz derecede güce erişirlerse –tamamı değil belki- fakat pek çoğu eninde sonunda Muaviye gibi siyasetin gereklerine teslim olur; ideallerinden sapma gösterir, baskıya yönelir ve sıradanlaşır.

Bütün dünya tarihinde Muaviye'nin yüzlerce, binlerce türevi var. Yöneticisini lâyüsel, tam anlamıyla muktedir bırakan, sınırlandırmayan, denetlemeyen ve hesap vermeye zorlayamayan her politik iklim kendi Muaviye'sini üretir ve buna şaşılmaz lâkin Hz. Ömer'in yanına koyabileceğimiz kaç hüsn-i misâle sahibiz?

Kıssadan hisse: Fazileti, yöneticinin şahsi vasıflarından bekleyen toplumlar çokça Muaviye ve benzeriyle karşılaşırlar ve Hz. Ömer gibi şahsiyetler istisnâ kalır. İşin doğrusu, yöneticiyi, sınırsız iktidarın baştançıkarıcılığı ile baş başa bırakmayan, denetimci bir sistem kurmaktır. Bu sistemin günümüzdeki adı ‘güçler ayrılığı'na dayanan hukuk devletidir.