Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

PKK meselesi sahneye çıktığında devletin aklına gelen ilk çare ile "Eve Dönüş" adı verilen kanunla seçtiği üslûp birbirinden çok farklı.

Eruh baskınından bu yana yirmi yıl geçmiş; olayların başlangıcı ile bugün gelinen nokta arasındaki yaklaşım farklılığı dikkat çekecek derecede bâriz. Halk arasında dillendirilen, "Apo üç"beş seneye Meclis'e de girer" fiskosları, bu konuda yürütülen devlet politikalarına yöneltilen en acı târiz ve sitemlerin ifâdesi olarak kulaktan kulağa yayılıyor.

Tamam, devletler de hata yapar ve bir yerde hatadan dönmek erdemdir; bugünden değil, yirmi yıllık sürecin tamamından bahsediyoruz; bu süreçte yapılan hatalar, ülkenin her şehrinde onlarca şehitlik kurulmasına sebep olduğu için doğru dürüst bir muhasebesi yapılmalıdır; Türkiye, bu yirmi senede daha muasır ve üretken bir ülke olmak için harcayacağı birkaç yüz milyar dolarlık parayı dağlara taşlara gömdü ve seçilen mücadele üslûbunun gereği olarak "askerî vesâyet" rejiminin ağırlığını daha çok hissetti. Çıkarılan son kanun, bu yüzden bana bir "mütâreke" gibi görünüyor; mütâreke, yani, "olan oldu, şimdi kurtarabileceklerimizi kurtarmaya bakalım" yaklaşımı.

Bir "devr"i sâbık" sayfası açılmasını kim ister? Kanı kanla yıkamak yerine su ile yıkamalı. Daha önce defalarca çıkarılan "Eve Dönüş" uygulamalarının sonuncusunu eleştirmiyorum, yirmi yıl boyunca hâdiseleri kontrol etmek kabiliyetini (tekaddüm) kaybettiği için olup bitene teslim olan ve sadece tepki vermek safhasında varlığını hissettiren "devlet aklı"nı sorguluyorum kendimce.

Bu yirmi yıllık icraatın içinde, "hayatta en hakiki mürşit ilimdir" vecizesinin ne kadar tayin edici bir rol oynadığını merak ediyorum meselâ. PKK, kendisini ilk günden Marksist bir teşkilat olarak takdim etti; icraatında ilmî sosyalizmden zerre miskal eser görülmese de, ezici bir ekseriyetle mutaassıp derecede dindar Güneydoğu ahalisi üzerinde bu partinin niçin bu derece câzip göründüğünü merak etmek ilmî bir hassasiyettir ve bu hassasiyetin "ilmî veri"ye dönüşüp dönüşmediğini hâlâ bilmeyiz. Meselâ psikoloji uzmanlarına bir "ortalama PKK'lı militan" profili çıkarmaları için bir talepte bulunulmuş mudur? Dünya görüşü nedir, siyasi kültürü nedir, mukaddesleri nelerdir, rûhen nelerden ve nasıl beslenirler, kırılma noktaları neresidir vb? Zaman zaman beni isyan ettirecek derecede sıkça tekrarlanan "resmi teşhis"i hatırlayalım mı? "Sosyo"ekonomik yetersizlikler yüzünden kandırılan gençler teröre meylediyorlar". Teşhis buydu; tedavi ise "havuç ve sopa". Bir yandan Güneydoğu'yu kalkındırıcı sosyo"ekonomik tedbirler alınıp yatırımlar yapılacak, diğer yanda asayişi ihlâl edenler caydırılacaktı!

Bu politika sökmedi; başarısız oldu çünkü "ilm" ile değil, korkunun idare ettiği "vehm" ile şekillendirilmişti; zaman zaman Güneydoğu'nun lâyıkınca kalkınamamasının tek sebebi olarak devletin yatırım politikaları bile işaret edildi. Bu, sosyal psikolojiyi ıskalayan, meselenin mânevi, kültürel ve siyasi boyutlarını görmezden gelen ve konuya sadece ekonomi perspektifinden bakan bir eksik değerlendirmeydi; "di'li geçmiş" sigâsıyla konuştuğuma bakmayınız, böyle düşünenler hâlâ çoğunluktadır.

"Devlet ilimden ne anlar" deyip geçemeyiz, seksen küsur üniversitemiz, binlerce öğretim üyemiz, devletin yüksek katlarına servis veren onlarca think tank kuruluşumuz var ve üstelik okul duvarlarına hâlâ, "hayatta en hakiki mürşit ilimdir fendir" vecizesini yazıp duruyoruz. Siyasi karar, ilim adamlarına bırakılamaz (bu felâket olur) ama siyasi karar üretmek mevkiinde olanlar, konunun bütün boyutlarını ihata eden ilmi dokümanları inceledikten sonra harekete geçerler. YÖK tasarısı üzerine tartışırken ilim ve devlet ilişkilerinin bu boyutundan bahseden olduğunu hatırlamıyorum. Bizim resmî ulemâmız bidâyetinde ve nihâyetinde devlet memurudur ve bizzat kendileri, ilmi ciddiye almamakla mârufturlar. 28 Şubat sürecinde, başörtüsü ve irtica tehlikesi konularında resmî ulemânın nasıl fetvâ verdiğini unuttuk mu?

Bu ülkenin yakın ve uzak tarihi, bu ülkede yaşayan insanların menşei ve niteliği, geçirdiğimiz tabii ve zoraki dönüşümler de en az çevre kirliliği kadar ilim konusu sayılmalı değil miydi? Biz, sağlıklı politika üretmemize medâr olacak en hayati ilim dallarında (tarih, ilahiyat, sosyoloji, sosyal psikoloji, toponomi, edebiyat ve hatta topyekûn kültür) ideolojik öngörüyü ilmî verilere tercih ettik ve bu tercih ülkenin resmî ulemâsı tarafından daima alkışlarla onaylandı. Temel zaafımız budur ve bu zaaf bizi, meselâ PKK konusunda yirmi yıllık kâbus gibi dönemden sonra "Eve dönüş" noktasına kadar getirmiştir.

Boğaz dokuz boğum: İçişleri Bakanı'nın ağzından ifade edilen "devlet şefkati"ne ihtiyacı olanlar, sadece PKK'lılar mıdır?