Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Dışişleri Bakanımız Sayın İsmail Cem, Die Welt'e verdiği beyanatta Hariciye bürokrasisinin ve siyaset seçkinlerinin derin psikolojisini aşikar eden önemli sözler söylemiş: "AB'ye üyeliğimiz çok uzak değil. Birliğe tam üye olarak alınmamız 15 yıldan daha uzun sürmez."

On sene sonraki dünyayı tasavvur edemeyen bir siyaset geleneğinin, AB'ye tam üyelik için 15 seneyi iyimser bir rakam gibi algılamasında bir sakatlık sezmiyor musunuz? "15 yıl sonra enerji üretimimiz sekiz kat artacak" projeksiyonunu anlarız da AB'ye üyeliğimizin lutfedilmesi için tam 15 sene iyimser bir sabırla beklemeyi makul karşılamamız için hiçbir sebep yoktur. Bu, 30 yaşındaki bir erkeğin 20 yaşındaki bir hanımla evlenebilmesi için kız tarafının, "senin gidişatın gidişat değil, 15 sene beklersen belki olur!" demesini hatırlatıyor. Bu vade bir istiskaldir; bu vadeyi sevinçle karşılayıp millete sabır tavsiye etmek ise tam bir küçüklük kompleksi haleti.

Devamı var, Sayın Cem ilave ediyor: "Türkiye'ye Helsinki'de AB'ye üyelik perspektifinin verilmesi Türkiye için çok anlamlıdır"; buradaki "anlam" kelimesi menfi bir gönderme taşımıyor, tam aksine "taltifkar, sevindirici" bir mana kastedilmiş.

Ucuzluğa tevessül etmek istemiyorum; yıllardan beri kerrat ile tekrar edilmekten cılkı çıkmış argümanlarla, "Avrupa da kim; biz bize benzeriz; Osmanlı konaklarında hamam teşkilatı varken Avrupalı prensler lazımlıklarını pencereden sokağa boca ediyorlardı!" cinsinden bir başka türlü küçüklük kompleksine kapılmadan, serinkanlılıkla bu beyanın anlamını kavramaya çalışıyorum: AB, bazı Avrupalı ülkelerin kendi aralarında tesis ettikleri siyasi, iktisadi ve kültürel bir ortaklık; Avrupa'nın yüzlerce yıllık rü'yası. Tarihen bizim ait olmadığımız bir alem; bu alemin ortaya koyduğu insani ve hukuki prensipleri kaydadeğer bulmakla, o aleme bilfiil dahil olmak arzusu arasında mühim bir fark var ve bu fark giderek kaybolmaya başladı; bu farkın Türkçe'ye tercümesi "izzet"tir, bütün tedaileri ve kamusun beklediği mana ile izzet; "Muzzy" değil!

Türkiye'nin AB'ye asla girmemesi gerektiği hakkında saplantım yok; samimi bir davet tavrı vaki olsaydı bu meseleyi "düşünebilirdik". Lakin bizimki "tedebbür, tezekkür" filan değil; resmen "sena" ve "rica". Bu husustaki arzumuz tek taraflı olduğu için değil, mukabil tarafta -en hafif tabirle- belirgin bir kibirli ret tavrı ile karşılandığı için aşağılayıcı muhtevalar taşıyor: "Anlamlı karşılanmak" ne demek; en iyimser tahminle 15 sene zarfında AB'ye girme stratejimizin neresini anlamlı buluyor acaba Avrupalılar?

Avrupalılar samimiyetle bu fikirde olabilirler; bu başka bir şeydir; ama bu ülkenin Dışişleri Bakanı'nın bu fikri destekler manada Avrupa kamuoyuna mesaj göndermesi, bence gensoruluk bir gaftır. 15 seneye razı olmak üzere milli dış siyaset bina edilmez. Bu husustaki en doğru milli strateji, AB fikrine hasmane tutum takınmadan ve fazla istekli görünmeden AB standartlarını Türkiye içinde cari kılmaktır. Hukuka saygılı olmak, üretimi artırmak, işsizliği azaltmak, iktisadi dengeleri tesis etmek, eğer sadece AB'ye girmekle erişebileceğimiz güzellikler ise biz zaten ölmüşüz demektir. Fakat Sayın Cem en az benim kadar bilir ki, Türkiye, iç dinamiklerini harekete geçirmek, kaynaklarını doğru kullanmak ve her şeyden önce hukukun üstünlüğüne samimiyetle inanan şeffaf bir kamu yönetimi cihazı kurarak, sırf kendi "kuvve"leri ile pekala bu güzellikleri inşa edecek güçtedir.

Kötü yönetimin, hukuksuzluğun, israfın ve maalesef yüksek katlara kadar sirayet etmiş bulunan yaygın cehaletin faturasını niçin AB'ye ödetmeye yelteniyoruz; şarkvari kurnazlık bu değilse nedir?

AB fikri, bizim için bir rekabet unsuru olarak değerlendirildiğinde, iç dinamiklere yaslanarak AB standartlarına yükselme heyecanında itici bir güç teşkil edebilirdi; bu fırsatı küçük kurnazlıklar uğruna heba ediyoruz. Plağın tersinde bir başka şarkı var: Kendi dinamikleri ile problem çözmeyi öğrenen bir Türkiye, "AB üyeliğine aday ülke" olmak statüsünden çıkıp, "AB'nin iş birliği yapmak için can attığı bir ülke" haline gelecektir. Acaba, "15 yıl beklemeye bile razıyız, yeter ki bir ümit kapısı bırakınız!" yaklaşımı, bu şahane ihtimalin zihni arkaplanda bastırılması gayesine mi hizmet ediyor?

15 seneye kim öle, kim kala; ülkesine, halkına ve kendi dinamiklerine bu derece güvensizlik izhar eden bir siyaset anlayışı, muz cumhuriyetlerinde bile parlamento sigasından ve kamuoyunun sorgulayıcı baskısından kurtulamazdı; fakat biliyorsunuz, bugünlerde 5+5 gibi daha acil işleri konuşup durmaktayız!

İsmail Cem, şahsına değer verdiğim bir entelektüeldir; siyaset üslubundaki "hilm" ise öteden beri bende saygı uyandırmıştır; ama sırf kayıtlara geçsin diye bu yaklaşımındaki sakaleti tashih etmek istiyorum.

"Muzzy" değil Sayın Cem, "izzet, izzet!"