Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

7 Haziran seçimlerinden hemen sonrasında iyimserliğin tavan yaptığı günlerde, bir “devr-i sâbık” dönemi icad edilmemesi gerektiğini yazan ve bu yüzden eleştiriye uğrayanların biri de bendim.

Bu temennimin gerekçesi şuydu: Yeni kabinenin ilk işi intikamcı bir atılışla 7 Haziran'dan önceki devlet kadrolarıyla didişmek olmamalıydı. Eski dönemin sorumluluklarını alelacele tasfiye etmek yerine yeni hükümet derhal hukuk devleti ayarlarına dönmeli, toplumsal yarılmayı genişletmek yerine onarmalıydı. Mahkemeler yeniden güvenilir hale getirilmeli, hukukun devletle vatandaş arasındaki meselelerde yeniden tek hakem haline gelmesi sağlanmalıydı.

Doğrusu birilerinin bile-isteye hükümetsiz bırakılabileceğini sanmıyordum. Cumhurbaşkanının rutin temsil görevleri yerine kendini koalisyonu imkânsız bırakacak düzenlemelere vereceğini, hemen ardından ülkeyi bir iç savaş provasına sürükleyecek çatışmaların harlandırılacağını tahmin edemezdim. O kadar da olmazdı yani; o bile oldu!

Bu ortamda kasım başlarında sağlıklı bir seçim yapılabilir mi bilmiyorum fakat bunca desiseyle sistemi ve meclisi değersizleştiren bir irâdenin siyasi sorumluluktan kurtulabilmesi artık mümkün görünmüyor. O çok istediği 400'ü alsa bile belli ki, uykuları ve uyanıklığı artık ilelebed kâbusla geçecek. El mukadder lâ yü'gayyer! Takdir olunan başa gelecektir. Çıkışı olmayan bir yola girildi. Takdir edersiniz ki, artık bilumum muhtarların, sanki tayin edilmiş bir danışma meclisi yerine konulması da külliyedeki yalnız adamın karabasanlarına son veremez.

Ne 17-25 Aralıkmış ama... Soruşturmada hasbelkader görev üstlenen emniyet ve yargı mensupları bir tarafa, çaycıların bile gülünç gerekçelerle hapse atılmasına rağmen 17-25'in karanlık hatıraları zombi gibi hortlayıp duruyor. Ne unutuluyor, ne de pörsüyor; 17-25 Aralık'ın korkusu hâlâ dağları bekliyor ve yargılanıp her şeyi kaybetmek endişesi, o dosyalara sanık sıfatıyla girenlerin şuuruna paslı mıh gibi saplanmış durumda.

8 Haziran sabahı geleceğe ümitle bakan insanları enayi yerine koyarak ‘yaratıcı kaos' dümenlerinde çıkış arayanlara artık rahat uyku yok, çünkü Macbeth uykuyu öldürdü! Barış masasını tekmeleyip yıkanlar, herkese şu gerçeği bir kere daha iyice öğrettiler ki hukuk devleti işlemeğe başladığı an itibariyle Türkiye'nin ilk gündem maddesi şu olacaktır: 17-25 Sanıklarını bütün taklavatıyla birlikte yargı karşısına çıkarmak ve hemen ardından hukuksuzluğa âlet olan bütün kamu görevlilerinden yargı önünde hesap sormak. Kürt barışıyla birlikte, yani AKP'nin sistem içi bir siyasi parti olarak yaşama şansı da berhava edildi. Bu hükümete, iktidara, hatta cumhurbaşkanına samimiyetle gönül ve rey veren insanlar ağır şekilde suistimale uğratıldı. Normal anayasal düzene geçebilmiş olsaydık, bir devr-i sabık rüzgarı estirmeye gerek kalmayabilirdi; ama ne yazık ki artık kaçınılmaz görünüyor.

AKP, dünyanın en yumuşak ve geçimli partisiyle bile koalisyon yapamayacak kadar ürkmüş bir kadronun esiri, rehinesi oldu ve bu durum partinin imajını ağır şekilde yaraladı. AKP'yi, “Bunlarla aynı asansöre bile binilmez” dedirtecek ölçüde şaibeli bir siyasi güç suretine sokanlar, partiye normalleşme şansı tanımadılar. AKP'nin bir seçim kaybına bile tahammül edemez derecede iktidara mahkum ve mecbur bırakılması berbat bir durumdur. Partinin kurucuları, şimdi onun parçalanma fermanına dilleriyle dudaklarını yalayarak özene-bezene imza atıyorlar.

Müthiş bir politik intihar vakasını ağır çekimde izliyoruz.

Ne 17-25 Aralık'mış be... Güyâ mahkeme kararlarıyla alelacele üstüne kürek kürek toprak atılmasına rağmen hâlâ dumanı çıkmakta! [email protected]