Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Şarkıyla türkü arasında yapı itibarıyla fark yok fakat türkünün şarkıya göre kaydadeğer bir üstünlüğü var: "Toplumun gönül teli" diye bir şey varsa, işte o gösterge, bir türkü söz konusu olduğunda daha fazla, daha samimi ve hisli tınlamaya başlıyor.

"Toplumun gönül teli" tamlaması, aslında saçma sapan bir tâbir. Ne teli, hangi toplum; Türk toplumu? Biz vaktiyle bu kavramı nüfusun tamamı için rahatça kullanır ve sahih bir karşılığı olup olmadığına pek dikkat etmezdik. En tabii bir hakkın ifâdesiyle, "Ben Türk değilim, başka bir topluluğa aitim" diyenlerde, "Ne münasebet, siz farkında değilsiniz; Türkiye Türklerindir netekim!" diye bağıranların ahenksiz korosu bize, etnik mânâda katışıksız bir topluluk olmadığımızı gösterdi. Millet, etimolojisi itibarıyla daha mûnis; vaktiyle Müslümanlar bu kelimeyi, "Bir dine mensup olanların kâffesi" mânâsında kullanırlardı. Meselâ İstiklâl Marşı'mıza bir de bu dikkatle bakmayı deneyiniz; bu eşsiz şiirde Âkif, "Milletim" kelimesini tam da bu anlam için seçmiş ve ayrıca bu kavramı "Türk" sıfatı ile pekiştirmeye gerek duymamıştı.

İthaf satırı hariç, İstiklâl Marşı'mızda "Türk" lâfzı geçmiyor, şimdi fark ettim ama garip, kontrol maksadıyla bütün şiiri başından sonuna tararken her mısrâda karşılaşacakmışım gibi güçlü bir beklentim vardı. Yok! Ne gam! "Hakk'a tapan millet"in adı konulmasa da olur; her kim o topluluğa dahildir, ben de o millettenim. Bu kadar.

Yeleğin ilk düğmesini yanlış iliklemişiz vaktiyle; millet, anlam göçüğüne uğramış, milliyet ve milliyetçilik de kezâ. Derdimizi anlatmak için evvelâ bir süre izahat vermek zorundayız. Yanlış ve isabetsiz kavramlara yaslanarak ama her kifâyetsizliği bir paragrafla izah ederek konuşmak, iletişim eylemek değildir. Tek kelimelik ve tam isâbetli kavram gibisi yok ve esasen dil, böyle kelimelerin var ettiği bir mânâ iklimidir. Vaktiyle dil devrimi yapanlar, kendi hesaplarına turnayı gözünden vurmuşlar; konuşuyor, yazışıyor, tartışıyor ancak bir türlü âhenk (iletişim) eyleyemiyoruz. Diyecektim ki, büyük ekseriyeti itibarıyla nüfusumuzun (milletimizin diyemiyoruz; yukarıda izah ettik) en çok paylaştığı değer nedir? Milli takım ı-ıh, bayrak? Türklük? Müslümanlık? İnsaf? Demokrasi?

Anladınız; doğru cevap, şu bizim türkü. Edirne Kapıkule'den Hakkari Yüksekova'ya kadar çaprazlama, bu topraklarda yadırganmadan, kimliği sual edilmeden, yolu kesilmeden, ensesine silâh sıkılmadan, "bizden-ondan" ayrımına tâbi tutulmadan cevelân edebilecek tek ortak değerimiz türküler kaldı. Eh, ona da şükür, ya olmasaydı!

Neşet Ertaş'ın vefat haberini ilk duyduğunuzda yüreğinizin ucunda hissettiğiniz sızının sebebi var; Yaylalarımızın serin havası, göllerimizin duru ve berrak suları, nân-ı azîzimizin mübârek kokusu gibi hepimize ait, müşterek bir şey aramızdan ayrıldığı için ahlandık, yüreğimiz cız etti. Cenab-ı Hak, "Neşat Baba"ya rahmet etsin, sâlihlerle haşretsin. Son zamanlarda ölenin ardından "Sonsuzluğa gitti" filan gibi garip lâflar edilir oldu (Bkz. TRT), "Âhiret" kavramı pek "Dinsel ve tinsel" geliyor olmalı ki, felsefeyle yüksek matematiğin kırıştırdığı yerde türemiş sonsuzluk kelimesi revaç bulmakta.

Kim nereye gitmek istiyorsa oraya gitsin, istesek de mâni olamayız fakat ben Neşat Baba'nın bana göre doğru adrese, âhiret yurdunun cennet köşküne gitmesini temennî ederim. Neşet Ertaş, bizi türkülerin güzelliği üzerinde uzlaştırmayı bilmiş müşterek bir kıymetti; türkünün cisme bürünmüş, mücessem hâli. Onun ölümüne "vah" dememiş bir ferd-i vâhid tasavvur edemem; eğer varsa onunla mânidar bir ortaklığım kalmamış demektir.

İnsan ölür eseri kalır; "Bozkırın Tezenesi" gitti, türküleri yâdigâr kaldı, bir de samimi, ivazsız, alçakgönüllü güzel hâlleri. Muazzam bir mirastır, hepimize ibret ve hüsn-i misâl olsun; türkü kadri bilenlerin başı sağolsun.