Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Adını bile-isteye zikretmiyorum; evvela değmez, ikincisi adam bu işi zaten ismini duyurmak için bile-isteye yaptı; bu yüzden ismiyle anılmayı, yani ismiyle var olmayı (personality) hak etmiyor.

Adam sendikacı; Eczacılar Birliği'nin toplantısına misafireten davet edilmiş; orada sendikacılıkla veya eczacılık sektörüyle doğrudan bir ilgisi varmış gibi lâfı çevirip Kur'an'a hakaret ediyor.

Hakkında bir yığın şikayet, suç duyuruları felan festek; adam bu çirkin fiili, "adımdan bahsedilsin" diye "bile-isteye" yaptı. Cevaba, şikayete, ciddiye almaya değmez. Kısaca "hadi ordan dingil" der geçersiniz; bundan daha fazlasını hak etmiyor çünkü.

Ne ilgisi var demeyiniz; bu çirkin medya gösterisinin ardında "deve mi kuş mu" olduğuna hâlâ karar veremediğimiz memur sendikacılığının garip statüsü bulunuyor. Hatırlayacaksınız, daha önce işi sokak ortasında ortaoyunu oynamaya, skeçler canlandırmaya kadar götürmüşler, basının kendilerine ancak "theatral" bir durum yarattıklarında ilgi göstereceğini anlamışlardı. Aklıma geldikçe hâlâ gülüyorum: "Memur öldü-Ruhuna fatiha" parodisi yapmışlardı bir gün. Birine siyah cübbe, sarık ve takma sakalla makyaj yapmışlar imam olmuş. Önünde tabut, içinde yatan "memur"; sair sendikalılar ise arkada saf tutmuş, "memur"un cenaze namazını kılıyorlar.

Durup dururken aklı başında kimse Kur'an'a ve İslâm'a -hâşâ- dahletmeye kalkışmaz; bir sebebi olmalı. Sebebi belli. Sokak ortasında ticari broşür dağıtan palyaço, kıyafetiyle dikkat çekmek istiyor. Adamın da aklına gelen en parlak buluş, "1400 senelik köhnemiş fikirler" filân lâflarıyla dikkat çekmek. Üstelik çifte kavrum fıstıklı lokum gibi birden fazla fayda göreceğini umuyor. İlki şu: Dikkatleri çekti, sendikasını tanıttı, ardından "yanlış anlaşıldı ben sendikal meselelerden bahsediyordum, basın o sözlerin üstüne atladı" savunmasıyla geri çekilip özür diledi. İkincisi; burası Türkiye. Önümüzde seçimler var, o olmadı genel seçimler. "Seçimlerden doğru dürüst randıman alamıyoruz" diye yakınanlar için devlet kuşunun "tayinle" konacağı daha pek çok dal-budak var bu ülkede: Devletin yüksek katlarında bu gibi cesur çocuklar için müheyyâ tutulan mansıplar, yönetim kurulu üyelikleri var, o da olmadı sendikanın ilk genel kurul seçimleri var. Belli olmaz, bakarsınız artist bile olur (Sahi yahu, bu artist takımı niçin hep belli bir partide öbeklenir; birisi şunun sosyo-kültürel analizini yapsa da öğrensek!), reklam filmi çevirebilir. O da olmadı, bakarsınız darbe filan zuhur eder de danışma meclisi toplamak icab ederse...

Özür dilemiş; hakaretinde bile samimi olmadığı için ciddiye almaya değmez. Maksat hâsıl oldu, mesaj verildi nasıl olsa. Önemli olan Türkiye'de memur sendikacılığının "ne deveye ne kuşa benzeyen garip durumudur. Bizimkiler "AB'de var, bizde de olsun" havasındalar. Bizde olmaz; olup olacağı da bu kadardır. Bu devleti asker ve sivil bürokratlar kurdu. Gümbür gümbür halk oyuyla seçilmiş siyasi partilere bile doğru-dürüst emanet etmedikleri iktidarı, memurların eline vermezler. Sisteme kafa atmaya kalkışan, devlet dairelerinde grev yapmaya yeltenen, "üretimden gelen gücümüz.." terânesiyle âmirleriyle toplu pazarlığa oturmaya sıvanan "mâdun" takımına -Yunanistan'da olduğu gibi- dört başı bayındır sendikacılık yapma zevki yaşatmazlar. Olup olacağı bu kadar işte: Derneğini -pardon "sendikanı"- kurarsın, sokaklarda miting yapıp parodi yaparsın; kimsenin aldırış etmediğini görünce de yönlendirilmiş bir öfke gösterisiyle "1400 senelik köhne fikirler"i eleştirir, birkaç gün gündemde kalırsın.

Çelebi, böyle olur bizde "memur sendikacılığı" dediğin.