Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

İki haber aynı gün haber bültenlerine düştü: Colin Powell'ın İran'ı elindeki nükleer silahları füzeyle atılabilecek kabiliyete yükseldiği yolundaki suçlaması ile Vladimir Putin'in "artık kıyamet bombamız var; böylesi ne yapıldı ne de bundan sonra yapılabilir" sözleri aynı güne denk geldi.

Bu garip tesadüfün yorumu açıktır: Nükleer güç, ancak İslâm dünyasının herhangi bir ülkesinde bulunmaması gereken bir teknoloji biçimidir; Fransa, İsrail, ABD, İngiltere veya Rusya nükleer teknolojiye egemen olabilir ama bir İslâm ülkesi aslâ! Halbuki Birleşik Devletler'in nükleer karnesi, elli sene önce iki Japon şehrinin yerle bir edilmesi ve on binlerce mâsum sivilin katledilmesi gibi müthiş bir insanlık ayıbıyla lekeli; kezâ soğuk savaş yıllarında ABD ile Rusya arasındaki nükleer silah yarışının ulaştığı korkunç boyutlar hâlâ hâfızalarda.

Çelişki o kadar bâriz ve tabii ki fark edilmiyor bile.

Rusya'nın "Kıyamet bombası yaptık" açıklamasını "blöf yapıyorlar" diye ciddiye almayan ABD'nin, İran'ın nükleer teknolojiyi üretmek için giriştiği gayretleri endişe verici bulduğunu belirtmesi çok dikkat çekici. Putin blöf yapıyor olabilir ama Rusya'nın nükleer silah rezervleri ve teknolojisi konusunda daha yakın zamanlara neredeyse dünya şampiyonu olduğunu bilmeyen yok. Yani hakikatte Rusya'nın blöf yapmadığını, İran'daki nükleer teknolojinin ise Batı ülkelerinin sahip olduğu seviyenin hayli altında kaldığını tahmin edebiliriz. Kaldı ki İran nükleer silah imal ettiğini ve bu eylemin bir uluslararası suç olduğunu kabul etsek bile, elindeki kıyâmet bombalarını koyacak yer bulamayan sair nükleer güçlerin aynı suçtan itham edilmeli gerekmez miydi?

Nükleer teknoloji sadece kıyâmet silahları üretmeye yaramıyor. Gelişmiş ülkeler on yıllardan beri nükleer santrallerde ürettikleri ucuz enerji ile refah seviyelerini ve üretimlerini artırıyorlar. Bizde ne zaman nükleer enerji santrali kurulması gündeme gelse, Çernobil örneği gösterilerek muhalefet kampanyası başlatılıyor. Kesin rakamı bilmiyorum ama Türkiye enerjiyi çok pahalıya mal eden bir ülke. Akaryakıt fiyatları sıralamasında dünyanın ilk üçü arasındayız. Yıllarca temiz ve çevreyi kirletmeyen enerji diye sunulan hidroelektrik santrallerin ise ekolojik dengeyi bozduğunu, tarihi ve tabii dokuyu tahrib ettiğini ve belirli bir vadeden sonra alüvyon yığılması yüzünden verimsiz hale geldiğini artık ilkokul çocukları bile biliyor. Kaldı ki üretilen elektrik enerjisi, anlaşılmaz hükümet politikaları yüzünden son derece garip tarzda pazarlanıyor. Bazı bölgelerde kaçak elektrik kullanımı % 70'lerde!

Türkiye'nin nükleer teknoloji ile ilgisi, hastanelerde kullanılan nükleer tıp üniteleri ve teşhis cihazlarıyla sınırlı; bu cihazlar yerli üretimin ürünü değil, hepsi de ithal. 1986'daki Çernobil faciasında Türkiye'nin sahip olduğu nükleer birikimin, çaydaki ve sair tarım ürünlerindeki radyasyonu ölçmekte bile yetersiz kaldığını hayretle fark etmiştik.

"İyi ya biz de Pakistan, Irak ve İran gibi nükleer ligde top koşturmak davasına sarılsaydık, onların başına gelenler bizim de başımıza gelirdi" diyerek teselli bulacak durumda mıyız; zannetmiyorum. Çağdaşlığın en belirgin ve maddi alâmetlerinden ilki, kişi başına tüketilen enerji miktarı ile ilgili. Nükleer santral kurup işletmek yerine doğalgazla çalışan santraller kurmak politikasının ise Türkiye'ye nelere mal olduğunu eminim ki çoğumuz unutup gitmiştir. Önceki hükümetler döneminde yapılan doğalgaz santrali sözleşmeleri, bize dünya piyasalarının neredeyse iki katına mal olan ve geriye dönülmez sözleşme hükümleriyle müteahhitlere avantaj sağlayan bir uygulama idi.

Garâbete bakınız ki biz bu nükleer çelişki denkleminin her iki tarafında da mevcut değiliz!