Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Fıkra anlatırken başınıza gelebilecek en berbat durum fıkranın aslında ne anlama geldiğini izah etmek için fıkra bittiği halde açıklamalara devam etmek zorunda kalmaktır. İşin bütün lezzeti kaybolur.

Bu yüzden okuyucu mektubu, sizlerin nazarında olmasa bile benim için fıkradan çıkarılması gereken "hisse" nüktesini hayli tatsızlaştırdı.

"Sayın hocam şimdi karizmayı çizdirdiniz işte. Hiçbir yazınızı kaçırmamış tüm kitaplarınızı hatmetmiş birisi olarak Kıyak isimli yazınızda anlattığınız fıkra size hiç yakışmadı. Bu fıkra çok bilinen ancak Allah'ın sıfatlarını tahkir eden mahiyet içerir. Allah sizi affetsin. Nasıl böyle bir şey yazdınız hâlâ hayret ediyorum. Bu gazetede tüm yazıları İslam fıkhı açısından inceleyen bir Allah'ın kulu yok mudur beyler?"

Mektup aynen böyle; okuyucumun ismini kendisinden izin almadığım için vermiyorum ama mektubunu yayınlamakta mahzur görmedim, zira yazdığım her şeyi okuyacak derecede yakından takib eden bir okuyucunun yazarına sitemde bulunma, eleştirme hakkı da vardır; bu eleştiriden sizleri de haberdar etmek istedim.

Karizmayı çizdirmek önemli değil de, okuyucumun ileri sürdüğü gibi Allah'ın sıfatlarını tahkir edici bir cürme suç ortaklığı etmiş olmak, hiç de hoş sayılmaz. Bu yüzden şu "menhus" fıkra üzerinde duralım biraz;

Fıkrayı özetle de olsa yeniden hatırlatmaya artık cesaret edemiyorum ama geçen hafta Turkuvaz'ı okumamış olanlar için, "Tevbe ya Rab hatâ râhıha gittiklerime / Bilüb ettiklerime, bilmeyüb ettiklerime" deyip anafikri özetlemek istiyorum: Temel'in biri, orucunu bozacak kertede zorlandığı bir anda, oruç tutmakla veya sair ibâdetleri yerine getirmekle Allah'a iyilik ettiğini zanneden ham ervâh makûlesinin hissiyatına tercüman olacak komik bir lâf sarf ediyor ve "bu iyiliğimi unutma, yarın mizan terazisi kurulduğunda benim hangi müşkül ve çetin şartlarda orucumu bozmadığımı da terazinin sevap kefesine koy ki sevabım günahımdan fazla gelsin" demeye getiriyor.

Gözünüz aydın ey okuyucu; işte fıkranın anafikrini açık açık yazdık. İçiniz rahat etti mi bilmem?

Başınıza gelmiştir, fıkra anlatırken başınıza gelebilecek en berbat durum fıkranın aslında ne anlama geldiğini izah etmek için fıkra bittiği halde açıklamalara devam etmek zorunda kalmaktır. İşin bütün lezzeti kaybolur. Bu yüzden okuyucu mektubu, sizlerin nazarında olmasa bile benim için fıkradan çıkarılması gereken "hisse" nüktesini hayli tatsızlaştırdı. Hele hele, "Bu gazetede tüm yazıları İslam fıkhı açısından inceleyen bir Allah'ın kulu yok mudur beyler?" cümlesini okuyunca kendimi çaktırmadan gazetenin okuyucu kitlesini ifsad etmeğe, ayağını kaydırmaya çalışan bir gizli ajan gibi hissettim.

"Vay canına" dedim kendi kendime, "vay canına be!"

Tam da kendime "olur böyle şeyler, dünyada yanlış anlaşılan ilk kişi sen değilsin ki; boşver ve bir başka konuya eğil" diye telkinde bulunup bu yazıyı da, "yarıda kalmış yazılar" klasörüne atmak üzereydim ki bu defa bir başka okur mektubu geldi; ilkinden daha eşedd, okuyunca hak vereceksiniz:

"İnanamadım. Herhalde oruç Temel'in değil de sizin başınıza vurdu. Sizi tanımasam? Dinimizi hafife alan ve Alemlerin Rabbiyle böylesine edepsizce bir mükalemeye güleceğimizi mi sandınız? Ha boyalı basın kendi çalar kendi oynar-güler. Sanki Bektaşi fıkraları. Bu satırları yazan birini radikal dışardan biri sanmayın, 1987'den beri okuyan biri. Okurdan dilemeseniz de Rabbimden af dilemelisiniz. Yazar olmak zormuş-mesuliyeti ağırmış, korktum. Selamlar."

Hemen ifade edeyim ki mektuptaki noktalama işaretlerini düzeltmeme rağmen üslubu bozarım endişesiyle ifadedeki orijinalliğe dokunmadım. Her iki mektubun ortak özelliği, yazarı yakından tanıyan, bilen, ötedenberi takib eden okuyucuların sitemini ifade etmesi. Bir bakıma "içerden" veya çok yakından tenkid gelince elbette inandırıcılık katsayısı da yükseliyor.

İlk okuyucu beni "Allah'ın sıfatlarını tahkir" ile suçlarken, ikincisi Temel'in son cümlesini "edepsizce bir mükâmele" diye niteliyor ve Bektaşi fıkralarına benzetiyor. Oruç benim başıma vurmuş olabilir ama Bektaşi fıkralarına zımnen de olsa şetm edilmesine dayanamam; elbette hepsi aynı karatta değildir ama umumi itibarla zarif nüktelerdir. Bilinmesinde fayda vardır; insanı inceltir en azından. Okuyucu, Bektaşi Nükteleri ile Şathiyye geleneğini karıştırıyor ama önemli değil. Her iki okuyucu da bu fıkranın gazete sütunlarına geçmesiyle bir hakaret fiili işlendiği iddiasındalar.

İncitmek değil sadece bir soruya cevap vermesini istiyorum bu iki "fevkalade müteyakkız" okuyucunun, soru şu;

-Temel'in biri uzun yaz gününde oruç tutmakla Allah'a iyilik yaptığını zannetmişse ve bu fikrini de yüksek sesle belirtmişse, bu eylemde Temel'den başka zarar ve hakarete uğrayan var mıdır? Bu fıkrada biz Temel'den başka kime gülüyoruz?

Bu kadarcık nükteyi anlayamamak kabahat sayılmaz elbette ama ol anlayışsızlık hâlinden sonra kaleme-kağıda sarılıp yazara ayar çekmeye kalkışmak -kimse kusura bakmasın- en azından ayıptır. Âleme lâf ile nizâmet verilmeden önce insan, "doğru anlamış mıyım bakalım" diye birilerine danışır, sual eder.

Evet biraz öfkelendiğimi saklayacak değilim ama şu esnada oruç tutmakla Rabbine iyilik ettiğini zanneden Temel'e değil, bilakis bu eylemiyle Temel'in birçok kutsal değeri rencide ettiğini zanneden mektup sahiplerinin aşırı gergin ve müteyakkız hallerine tebessüm ediyorum sadece. Oruç keyfi deyip geçiyorum, ne yapayım, ne yapılır?