Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Dünyanın neresinde olursa olsun, bir başbakanın bir gazeteciyi imâ ederek, "seçilecek cumhurbaşkanını tanımıyorsan çık vatandaşlıktan" diye polemik başlatması herkesin dikkatini çeker, haber değeri taşır ve tartışılır.

Yanlış iştir, tasvibi mümkün değildir ve o sözlerin bir şekilde tamir edilmesi gerekir.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kimyâsında, özellikle sinirlendiği zamanlarda ortaya çıkan bir acılık var. Daha dün hükümet listesini götürdüğü Çankaya'da, "hiç görmeyeyim daha iyi; siz onu yeni cumhurbaşkanına gösterirsiniz" sözleriyle uğradığı istiskâle mukabil kapı önünde gazetecilere karşı sergilediği nefis hakimiyetini ne kadar takdir etmişsek, mesleki kariyerinin dibine vurmuş bir gazeteciyi, "çeker gidersin" sözleriyle âdeta kuyudan çıkarmasını yermek de hakkımızdır.

O acı kimyâ ne zaman tezâhür etse Başbakan'ın aleyhine tecelli edecek sonuçlar doğuruyor; muhatabını incitmekten ziyade keskin sirke misâli küpüne zarar veren bu kimyânın izâlesi mümkün mü bilemem fakat zararı âşikâr; sadece kendine de değil, partisine, temsil ettiği kitleye, hükümete...

Bakınız dün mezkûr gazeteci, tam bir mağdur edâsı ile meseleyi nasıl hissî bir düzleme taşımış, okuyalım: "Ben bu ülkeyi severim. 125'inci alayda askerliğimi yaptım. Nöbet tuttum. Mataramı parlattım, potinlerimi kaybettim. Askerlikten kaytarmak için rapor-mapor almadım..."

Ağlamamak, en azından duygulanmamak mümkün değil yahu!

Mağduru severiz biz; bunu Başbakan iyi bilir. Bugünün mağduru, bir haftadan beri, "fış fış kayıkçı" tekerlemesiyle kendisiyle dalga geçilen Bekir Coşkun'dur. "Kuyudan adam çıkarma" teşbihi boşa yapılmış değil; adam bugünün milli kahramanı oldu âdetâ.

Doğrusu Başbakan'ın kestiği "muz orta"ya iyi bir rövaşata ile mukabelede bulunmuş mezkûr gazeteci. İçinde her şey var; romantizm, mağduriyet, popülizm, dramatizasyon. Haksız mı; sonuna kadar haklı. Oysa ki Başbakan'ı kızdıran sözleri hiç kaale alınmasa daha doğru olacaktı. Nitekim bugün hemen her köşe yazarı, nâhak yere ülkesinden kovulduğu düşünülen gazeteciye destek yazıları kaleme almakta.

Ama bir dakika, bir dakika; bunca hakşinaslık gösterisi, merkezi medya kalemşörlerinden sâdır olunca şüphelenmemek olmuyor; acaba Bekir Coşkun lehine köpürtülen bu mürüvvetmendlik cayırtısı ile, Emin Çölaşan'ın kapı önüne konulmasından ötürü meydana gelen minik depremin sarsıntıları mı geçiştirilmektedir diye merak ediyor insan.

Hani filmlerde kötü adamlar birini döverken radyonun sesini açarlar ya; öyle bir şey olmasın bu? Eğer böyleyse "müşarünileyh"in Hürriyet'teki günleri de sayılı demektir; bakalım bu tahminim tutacak mı?

...

Başbakan'a bir eleştirim daha var.

Bu gibi televizyon sohbetlerini yaparken tercih ettiği kanal ve sunucuda daha titiz davranması beklenirdi. Büyük gazeteci veya büyük haberci olduğu hakkında efsâneler rivayet edilen sunucu, vaktiyle Birleşik Devletler'de habercilik usûlünün ilk harfi sayılması lâzım gelen bir kuralı bilmediği için polis tarafından derdest edilmişti; çünkü o güne kadar Türkiye'de zabıta görevlilerinin yedeğindeki kameralarla sağa sola baskın vermeyi, hakkında henüz mahkeme kararı bulunmayan sanıkları televizyon ekranlarında bütün Türkiye'ye karşı mücrim ilan etmeyi habercilik sayan bir gazetecilik geleneği içinde parlatılmıştı. Bugün o haber programlardan herhangi birini yayınlamaya hiçbir kanal cesaret edemez; cesaret edemez çünkü hemen akabinde açılacak ağır şikayet dâvâlarından çekinir. Böyle birine özel mülakat vererek onurlandırmak elbette tercih meselesidir.

Ben Başbakan'ın yerinde olsam tercihimi başka istikamette kullanır, en azından sık sık söylemekten hazzettiği "beraber yürüdük biz bu yollarda" şarkısıyla imâ ettiği insanlardan birini seçerdim.

...

Sitem değil, düpedüz tenkid; böyle anlaşılsın!