Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Siz bu yazıyı okuduğunuzda belki çoktan terâveti uçup gitmiş, belki başkaları bu eksikliği tamamlayan satırlar karalamış olacaktır ama yine de kayda geçmesini istiyorum.

Geçtiğimiz pazar günü her Galatasaray taraftarı gibi ben de dışarıya karşı ümitvar ama aslında karamsar bir bekleyiş içindeydim. Fenerbahçe maçlarında -üstelik iki kere- yenildikten sonra şampiyonluk kazanmanın anlamı olmayacağını düşünerek kötü ihtimâle kendimi hazırlayıp duruyordum. Aslında kötü ihtimâli zihnimde evirip çevirerek, "galip sayılır bu yolda mağlup" felsefesi geliştiriyor, Fenerbahçe'nin bazı maçlarda futbol yerine voleybol oynayarak kazandığı puanları bahane etmeye hazırlanıyor ama Galatasaray'ın takım ruhuyla oynayarak Fenerbahçe'nin şampiyonluğunu bölüştüğünü ileri sürmeye hazırlanıyordum.

Akrabalardan Fenerbahçeliler kadar Galatasaraylılar da, "gel şu akşamı birlikte geçirelim" diye davet ettilerse de, o buruk ruh haliyle yerimden kımıldamak içimden gelmedi. Sokaklarda çılgınca bağrışıp şampiyonluk kutlayan Fenerbahçelilerin seslerini işitmemek için erkenden yatıp yorganı çekmeye peşinen karar vermiştim.

Ve üstelik Denizlispor tam da Fener'in istediği gibi oynuyordu; kendi ceza sahası üzerine yığılıp gelen her topu çaresizce ileri şişiriyor, üst üste iki pas bile yapamıyordu. Hatta bir ara topla oynama yüzdeleri 70 küsura karşılık otuz, hatta yirmi küsur civarında Fenerbahçe lehine idi. Mutlaka top birilerinin koluna bacağına çarpıp kaleye girecekti. Üstelik Fenerbahçe, yarısahanın her yerinden bol bol serbest vuruş kazanıyordu. Eziyetti, seyretmek anlamsızdı, Fenerbahçe birçok maçını böyle kötü oynarken kazanmamış mıydı; yine öyle olacaktı.

Ama Galatasaray çoktan ilk golünü atıp avantaj kazanmıştı bile. İlk yarılar bitince yeniden, "televizyonu kapatıp yatayım" diye düşündüm, sonra içimdeki taraftar dedi ki, "acele etme, ikinci yarılar da böyle bittiğinde neler kaçıracağını biliyor musun?"

İçimdeki taraftarın sesine kulak verdim ve Denizlispor maçı, o günün geceyarılarına doğru nihayet bittiğinde bir büyük neşeyi tek başıma çoğaltmak görevinin sevimsizliği ile baş başa kalıverdim. "Acılar paylaşıldıkça azalır ama mutluluklar çoğalır" diyen o adam doğru söylemişti.

Bir yıl boyunca sanki yerli film seyretmiştik; fakir ama gururlu çoban, ağanın kızına sevdalandığı için nice çileler çekmiş, dayak yemiş, aşağılanmış ama aşkını ve inancını asla kaybetmemişti. Ağanın kızıyla nikahlandığı gün mutlu sondu. Bunu hak etmişti ve mutlu sona ulaşmanın sevincini paylaşmakta yalnız değildi: Üzülerek belirtmeliyim ki her şeyin bitip son düdüğün çalındığı o anda sevinen sadece Galatasaraylılar değildi galiba; Fenerbahçeli olmayan herkes, bu mutlu sona şahit olmanın, yerli filmlerde olduğu gibi adaletin neticede tecelli etmesinin gönül hoşnutluğu ile "Helâl be Galatasaray" demekten kendini alamamıştı.

Ama bir şey eksik kalmıştı; fırsat avuca kadar girmişken kaçırılmış, bir büyük güzelliği yaşamak ve yaşatmak kimselerin aklına gelmemişti.

Canlı yayındaki sevinç gösterilerini seyrederken hep şunu bekledim: Bir Galatasaray yöneticisi veya futbolcusu çıksın ve desin ki,

-Şu anda biz seviniyoruz ama tam tersine şu dakikaları bir matem gibi yaşayan milyonlarca Fenerbahçeli kardeşimiz son derece üzgün. Onları da şu anda sevgiyle saygıyla anıyor ve hatırlıyoruz. Bu başarılar saatin rakkası gibidir, gelir ve gider ama hep canlı ve taze tutulması gereken kardeşliktir, sportif ruhtur, centilmenliktir. Eğer Fenerbahçe bu rekabete tat ve renk katmasaydı bugün şampiyon olmanın anlamı eksik kalacaktı. Arada cereyan eden çirkin hadiselere rağmen geçmişi unutuyor ve Fenerbahçeli dostlarımızı da en azından yarı yarıya şampiyon ilan ediyoruz!

Olmadı, bunun yerine "Genç Sabri", adının anlamını tekzib eden bir sabırsızlıkla tribünlere "Bir baba hindi" nakaratı çektirdi; araya küfürlü sloganlar karıştı. Sevimsizdi; o güzellikleri gölgeleyen sıradanlıklardı.

Sevinmek güzel şey; "eninde sonunda futbol işte" diye nihai kertede küçümsediğimiz olaylar milyonlarca insanın aynı anda mutluluğu tatmasına vesile oluyorsa ciddiye almak gerekir. Galatasaray camiası sevinirken, Fenerbahçe'nin üzüntüsünü hatırlamalı, onu onore etmeliydi; belki böylece gelecek sezonlara akseden yeni bir centilmenlik ruhunun temelleri atılacak, rekabetin ille de küfür ve hakaretle sürdürülmeyeceği hatırlanacaktı.

Hasmını onursuzluğa sürükleyeceği düşünülen bir başarının, başarı yerine başka bir şeyle isimlendirilmesi gerektiğini artık anlamalıyız; başkalarını incitecek bir sevinç gösterisi sevinmekten başka bir şeydir. Anadolu'da hâlâ âdettir: Düğün yapılacağı zaman, yakın geçmişte yakınını kaybeden komşulardan izin istenir en azından.

İnşallah bu büyük fırsat henüz kaçmamıştır ve Galatasaray'ın eşine az rastlanır şartlarda kazandığı başarıyı, centilmenlik çerçevesi içinde bir "beraber yaşama edebi"ne dönüştürecek adımlar atılır. Zihnimizde yaşattığımız Galatasaraylılık ruhuna en çok yakışan da bu vadide bir şeyler yapmak, yeni bir çığır açmak olacaktır.